Özgür Basın ve Suskunlar

Arkadaşımız, Yavuz Selim Demirağ'a yapılan saldırı, önümüze garip bir Türkiye manzarası koydu.

Birincisi, asayişten sorumlu hükümet kanadı suskun.

İkincisi, bu kanadın yayın organları da hükümet gibi davranıyor. Türkiye'de hiç böyle bir saldırı olmamış gibi tam suskunluk sürecindeler.

Şaşırtıcı değil mi?

Ülkeyi yöneten iktidar, sorumluluğu altında yaşanan can ve mal güvenliğine yönelik saldırılar karşısında bütün toplumu kucaklayacak davranış içinde olamıyor. 

Ayrımcı ve ötekileştirici siyaset dilinin, Balgat ayağına, söz söylemeye ise gerek yok. Var olma amacı; milleti, birleştirip bütünleştirmek olan milliyetçilik, bu grubun elinde, "bize itaat etmeyene sevmem" anlayışı ile kabileciliğe dönmüştür.

Öyle ki, dinin birleştiriciliği bile iftar sonrasında "onu sevmem, bunu sevmem" ayrımcılığı ile dışlaştırıcı bir dil ile aleniyete dökülmüştür.

Milliyetçiler olarak, kendileri dışında herkesi düşman gören bir zihniyet yerine, fabrika ayarlarına; yani öze dönerek, dinin ve milliyetçiliğin bütünleştirici paydasında toplumu buluşturmamız gerekir.

Konuya dönersek,  "güç odaklarının hoşuna gitmeyen, yaptıkları kirli ve pis işleri açığa çıkaran" gazeteciler sevilmez. Bu tür ilişkileri ortaya çıkaran ve halka sunan gazetecilere araştırmacı gazeteci deniliyor.

Uğur mumcu bu gazetecilik türünün Türkiye'deki öncüsüdür.

Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de basın özgürlüğünün yükseldiği ve kısıtlandığı dönemleri oldu. Özellikle İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra başlayan ve fakat kısa süren özgürlük dönemi böyledir. Bizde ilk araştırmacı gazeteci, Şehrah Gazetesi Başyazarı Zeki Bey'e sayılır.  23 Temmuz 1911'de iki yolsuzluğa ilişkin belgeleri yayınlamak için çalıştığı sırada öldürüldü.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından demokrasiye geçene kadar gazetecilik, devlet yayıncılığını aşamadı. 50'li yıllara üç yıl süreli kısa bir özgürlükten sonra içe kapandı. Özel yayıncılık başladıktan sonra ki o da 70'li,  yıllardır. 80 darbesinden sonra yeniden özgürleşme başladı. 90'lı yıllar gazetecilik Batı'daki değerine yaklaştı.

İşte yazılı başında Uğur Mumcu, Görsel basında Uğur Dündar bu dönemin özgür ortamında yayın yaptılar.

Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, Özal ve Demirel döneminin hoşgörüsünü siyaset bir daha göstermedi.

Darbelerle kısıtlanan özgürlükler, 2002'den sonra, AKP iktidarıyla sivilleşip özgürleşeceği yerde, iktidardaki hâkim partinin hegemonyasına girdi.

Geldiğimiz noktada, iktidar medyasının, muhabir ve köşe yazarları, ülkeyi yöneten iktidarı eleştireceği ve gözleyip okuyucu ve seyircisine değerlendireceği yerde, ülkeyi yönetmeyen, hiç bir kararda sorumluluğu olmayan muhalefeti; özellikle de CHP'yi eleştiriyor. Sanki yöneten AKP değil de CHP'ymiş gibi davranıyor. İYİ Parti'yi ise mümkün olduğunca kamuoyuna göstermiyor. İYİ partinin halka dokunmasına, ulaşmasına ve halk ile temas kurmasına böylece mani oluyor. Halk, görmediği, bilmediği, ne yaptığından tam bilgilenmediği bu siyasi aktörü, ancak kısıtlı bazı kanalların verdiği haberlerden ve sosyal medya üzerinden tanıyabiliyor.

Sonuç olarak, iktidarın kendisi ve bağlı basın kabilesinin Yavuz Selim Demirağ gibi muhalif medyayı görmezden gelmesi, aynı zamanda halktan uzak tutması anlamına geliyor. Halkın bilgi alma özgürlüğünü sınırlandırma anlamına geliyor. Bunun da ötesinde Murat Ağırel gibi araştırmacı gazetecilik yaparak arı kovanında ne olduğuna bakmak isteyenleri ve onları konuşturanları, halk bilmesin istiyor.

NOT: Sevgili kardeşim Yavuz Selim Demirağ'a geçmiş olsun dileklerimi sunarım.

Yazarın Diğer Yazıları