Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Cahit Armağan DİLEK

Cahit Armağan DİLEK

S400 krizinde hırça mapaya dayandı

Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimindeki Türkiye hızla hayati bir karar noktasına yaklaşıyor. Belki 23 Haziran İstanbul seçimlerden önce bile bu kararı vermek zorunda kalacak.

Kuşkusuz "S400 mü F35 mi" kararından bahsediyoruz. Aslında bu salt bir silah sistemi seçimi değil.

S400-F35 krizi Türkiye'nin siyasi, ekonomik, savunma, güvenlik ve dış politikasındaki diğer krizlerin gidişatını da belirleyecek bir kilide dönüştü. Bu kilidi açmak için anahtarı çevireceğiniz yön önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin yönünü, ödeyeceği bedelleri veya varsa kazanımlarının ne olacağını da gösterecek.

Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunma ihtiyacının karşılanması bağlamında bir ara çözüm olarak başlatılan satın alınma projesi, başından bu ayana yanlış yönetildiği için Türkiye'yi bir açmaza sürükledi.

Türkiye 2006'larda başlattığı yüksek irtifa hava savunma sistemi alım projesini milli imkanlarla üretme projesi olarak başlatsaydı belki şimdilerde kendi milli füze sistemimizi test ediyor ve hatta envanterimize alıyor olabilirdik.

Şimdiki "Rusya mı, ABD mi" dayatmasına maruz kalmazdık.

Çin ile başlayıp Rusya'dan alınmasına dönüşen füze projelerinin Türkiye'nin üyesi olduğu NATO sistemlerine entegre edilemeyecek olması en kritik olumsuzluklardan biri. Halbuki Türkiye şuanda milli imkanlarla geliştirmekte olduğu alçak ve orta irtifa hava savunma sistemlerini NATO'ya entegre edecek şekilde yapıyor. Bütün bunların üstünde olacak yüksek irtifa sistemi de bunlarla entegre edilebilir olsaydı sistem bütünlüğü sağlanır, tam kapasite kullanılabilirdi. Ama olmadı.

ABD'nin S400'ün alınması halinde F35 projesinden çıkarılmasıyla (ki Türkiye çıkarıldı) başlayacak, diğer askeri sistemlere yönelik yaptırımlara genişleyecek ve eş zamanlı olarak gelecek ekonomik yaptırımlarla (bunu daha çok Türkiye'nin acil ihtiyaç duyduğu dış ekonomik kredilerin alınması olarak okumak gerekir) tehdit ettiğini biliyoruz.

NATO'dan da "evet silah sistemi alımı Türkiye'nin egemenlik hakkı" deyip hemen peşinden "ama NATO sistemleriyle uyumlu sistem olmalı" diyerek S400 alımına karşı oldukları açıklaması geliyor.

Bunun özeti Batı S400'e karşı. Batının karşıtlığını sadece askeri alandan gelen açıklamalarda değil her alanda görüyoruz. 

Önceki gün kredi derecelendirme kuruluşu Moody's Türkiye'nin kredi notunu düşürdüğünü ilişkin açıkladı. Buna ilişkin yayımladığı raporda, muhtemelen ilk defa oluyor, bir silah sistemi alımının bir ülkenin ekonomik durumunu derinden etkileyeceğinden bahsediyor.

Moody's Türkiye'nin notunu neden düşürdük açıklamasını yaparken Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krizin moratoryum riski taşıdığını ima ediyor. Devamında Türkiye'nin S400 almasının Türkiye'nin ekonomik sıkıntılarını daha da derinleştireceğini ve IMF'nin bile Türkiye'ye bir ekonomik programı sunamayacağını söylüyor. Bu bir ekonomik söylemden ziyade bir tehdit söylemi.

Batı'nın tehdit söylemeleri zirveye çıkarken Türkiye'den gelen açıklamalar da bu tırmanışa eş seviyede. Cumhurbaşkanı "geri dönüş yok, alacağız demiyorum aldık, Temmuz'un ilk yarısında S400'ler gelecek" dedi. İktidarın küçük ortağı Bahçeli de "S400'ler gelecek ve Türkiye'ye konuşlanacak, Türkiye NATO eliğini gözden geçirmeli" dedi.

Bahçeli'nin en kritik anlarda yaptığı önerilerin (erken seçim, anayasa değişikliği vs) hepsinin bir şekilde gerçekleştiği düşünüldüğünde şimdi Bahçeli'nin ağzından NATO üyeliğinin sorgulanmasının başlatılmasını S400 krizinde Türkiye açısından zirve noktası olarak görmek lazım.

Emekli bir deniz subayı olarak Batı-Türkiye-Rusya denkleminde gelinen bu durumu bir denizcilik deyimiyle en iyi tanımlanacağını düşünüyorum: Hırça mapaya dayandı.

Hırça mapası gemi demiri zincirinin geminin zincirliğindeki çımasının omurgaya bağlandığı son kilit. Sonrası yok yani.

Demir ve zincir tehlike ve arıza anında geminin sigortası gibidir, hırca mapası da o sigortanın atmasını önleyen son noktadır.

Eğer deniz durumu iyi analiz edilmezse, derinlikler iyi hesaplanamazsa hırca mapa kopar, zincir ve demir akar gider. Hele bu geminin hareket kabiliyeti sınırlıysa,  makinelerinde de sorun varsa gemi tehlikeli sulara sürüklenmeye başlar.

İşte S400 krizinde Türkiye karar noktasına geldi derken, Batı'dan gelen tehditler ve bunun karşılığında Türkiye'den verilen karşılıklar zirve yaptı derken bu son halkaya geldiğimizi, hırça mapaya dayandığını hatta kopmak üzere olduğunu söylemek istiyorum.

İdlib bağlamında tırmanan savaş haliyle Rusya ve Suriye'nin de Türkiye'nin S400 kararını hemen vermeye zorladığını görmek gerekir. Yani çift taraflı bir dayatma var.

"Ne olursa olsun biz S400'ü alacağız söylemi" hesapsızlığın işaretidir. Maliyetin-bedelin henüz hesaplanmadığını, salt dar siyasi hesaplarla sürecin yürütüldüğünü, hırça mapasının kopmasının Türkiye gemisini nereye sürükleyeceğinin düşünülmediğini göstermektedir. Böyle hesapsız maceralar Türkiye'yi felakete sürükler.

 

Yazarın Diğer Yazıları