Majestelerinin demokrasisi

"Seçilmiş Başkan"la, "seçimi kaybetmiş aday"ın, hediyelerini bile, bizim ilkokul sıralarında üç tane madeni parayla oynadığımız oyundaki gibi ancak parmakla itip fırlatmak suretiyle takdim edebildikleri o devasa masayı başka bir yere sığdıramayız diye düşündüklerinden yayın için Lütfü Kırdar'ı tercih etmişler demek ki;

Yoksa "Kongre Merkezi" kullanmayı gerektirecek bir yanı da yokmuş pekala herhangi bir kiralık stüdyoda da yapılabilirmiş yani.

***

Söze;

"İki rakip siyasinin, 'eleştirilerini birbirlerinin yüzlerine bakarak seslendirdiklerinde', 'er meydanında ve hiçbir centilmenlik dışı harekete başvurmadan, "fair play(!)" kurallarına uygun biçimde, iftira ve haraketten medet ummaksızın' diye girmek isterdim…

Ama, hem -maalesef- aynı masada oturmalarına rağmen itinayla "yüz yüze" bakmadıkları, "göz göze" gelmedikleri için, hem de Ekrem Bey "bu doğru değil", "yanlış" gibi reddiye ifadelerini tercih ederken -maalesef- Binali Bey, rakibinin iddialarının hemen hepsini "yalan" diyerek püskürtmeye çalıştığı, yani rakibine tekraren "yalancı" demiş olduğu için, ne kadar zorlarsam zorlayayım, en Polyanna gözlüklerimle de baksam benden bir "hoşgörü güzellemesi" çıkmaz bu yayının ardından.

Zira, iki insanın birbirine avaz avaz bağırmamış, stüdyoyu terk etmemiş, masada bardak kırmamış olmaları "centilmenliğe" karşı gelmiyor benim değerlerimde;

"Demokrasi" mi?

Ne anladığına bağlı; nihayetinde "tiranlığa" da dönüşebilir bir demokratik tercihin neticesi!

***

Ben isterdim ki, Binali Bey de, Ekrem Bey de en sert iddialarını ortaya koysunlar, "altın vuruş"larını yapsınlar, rakiplerini iyi bir sallasınlar, hani hep değişik müsabakalardan alıntı kavramlarla değerlendirmesi yapılıyor ya; iki kişiden biri "nakavt" olsun yayın sonlandığında; öyle net, berrak, tartışmasız bir seda kalsın izleyenin hafızasında. Böyle "suni", "-mış gibi", en az Binali Bey'in adaylığı kadar zorlama, bu sebeple de sapır sapır dökülen, sık sık tahammülsüzlükle kesilen bir "gösteri" yerine, keşke birbirlerine karşı olan varsa öfkelerini de, kırgınlıklarını da, kızgınlıklarını da dile getirebilseler ama bunu mertçe, rakibin ve rakibin yandaşlarının dahi saygısına mazhar olarak yapabilseydiler.

Bu olmadı.

Bu olmadığı için de sadece "İki siyasi rakibin aynı masaya oturduklarında, aynı yayına katıldıklarında kıyamet kopmadığını gösterdiği için" gibi sınırlı bir kıymet teslimine hak kazandı.

Ne kimseyi parlatıp da olduğundan birkaç puan öne taşıyan, ne de kimseyi hezimete uğratıp da olduğundan birkaç puan geriye düşüren bir yayın olduğunu sanmıyorum; hatta taraftarlarda bile kekremsi bir tat bıraktı.

Bu, "tarihi" niteliği baki olan yayınla ilgili illa bir başlık lazımsa arşive koymak üzere; Meral Akşener yaptı bence en yerinde nitelendirmeyi;

- İktidarın yıllanmış kibrini sona erdirdi!

***

Evet, Ekrem İmamoğlu, kesinlikle daha hazırlıklıydı, daha soğukkanlıydı, daha özgüvenliydi…

Evet, Binali Yıldırım, kesinlikle daha gergindi, daha kaygılıydı, kampanyasının başından beri olduğu gibi "adaylığı yeterince benimsememiş olma hali" yine ayağına dolandı ve belirgin biçimde daha yalnızdı; hiçbir cevabı, bir ekip tarafından beslendiği, desteklendiği algısı yaratmadı.

Evet, İsmail Küçükkaya gibi tecrübeli bir gazetecinin, Sayıştay raporlarına dair soru sorup da, Sayıştay raporunu okumadığını söylemesi biraz ayıp oldu; en başında "iddialara binaen" sorduğuna dair bir vurguda bulunsaydı, okumamış da olsa zor durumda kalmazdı.

Evet, Binali Yıldırım'ın Küçükkaya'ya üstten üstten Sayıştay raporlarını okuyup okumadığını sorduktan sonra Ekrem İmamoğlu raporu çıkardığında "Ben okumadım" demesi büyük skandaldı.

Evet, Binali Yıldırım'ın, devletin en kozmik odasını FETÖ'ye ve "düşman devletlere" açmış bir iktidarın mensubu olarak, veri kopyalama meselesini "FETÖ taktiği; devletin kozmik odalarına dışarıdan uzman getiremezsin" demesi  trajikomik oldu.

Evet, Binali Yıldırım'ın, Ekrem İmamoğlu'nun oğluna, hem de babalar gününde, hem de kendisine dönük insani bir adıma cevap olarak "iyi ki babanın mesleğini seçmemişsin" türü bir karşılık vermesi, "babacan", "kalender" imajına yakışmadı.

Ama bu kadar; hiçbiri yeri yerinden oynatmadı!

***

Gecenin en tartışılan ismi, beklendiği üzere İsmail Küçükaya'ydı ama zaten böyle bir ortamda, "şartlandırılmış" olarak yapılan bir yayında, ağzıyla kuş da tutsa kimse memnun olmayacaktı. Sorular, sorma şekli, bu kadar kesin ve sert kurallara bağlanmış bir yayındaki inisiyatif alanı tartışılır; ama ne olursa olsun, kendisini hedef tahtasının tam göbeğine yerleştirme cesaretini gösterdiği için -çünkü onun alacağı tepki her ihtimalin tek değişmeziydi- hak ettiği tebrik konusunda cimri davranılmamalı.

***

Son tahlilde;

"Aman rakibi susturalım, milleti uyandırmasın, sormasın, sorgulatmasın da bizim zaten konuşmaya ihtiyacımız yok" kafasıyla, tabiri caizle "majestelerinin uhdesin"de oluşturulan "demokratik platform"da ne olabilirdi ki!

Ağırlığı ve önemi bambaşka sorulara standart cevap süresi, karşılıklı konuşma yasağı, cevabın doğurduğu yeni soruları sormaya imkan vermeyen velhasıl soru sormayı da cevap vermeyi de kısıtlayan hatta imkansızlaştıran bu ucube formatla moderatörün de, konukların da yerine hangi ismi koyarsanız koyun olup olabileceği bundan ibaretti!

Yazarın Diğer Yazıları