Doğruluk ve dürüstlük üzerine…

Yunus Emre her ne kadar kendini ümmî (okuma-yazma bilmeyen) olarak gösteriyorsa da (Ümmî benem Yunus benem) iyi bir tahsil gördüğü muhakkak. Çünkü o, dinin "şekil"den ziyade bir "ruh" olduğunu çok iyi görmüş ve bunu şiirlerine de yansıtmıştır. Mürekkep yalamadan bu işin olmayacağı açık… Şu beyti ne kadar anlamlı değil mi?

"Dîn ü îmân bünyâdı doğrulukla gerçeklik//Ol tamâm olmayacak ne ile dîn çatarsın?

Şair bugünkü dille şöyle diyor: "Din ve imanın temeli doğruluk ve dürüstlüktür. Bu temel (doğruluk ve dürüstlük) olmadan nasıl din bina edersin?"

Yunus'un çok güzel ifade ettiği üzere, dini bir binaya benzetirsek bu binanın temeli doğruluk ve dürüstlüktür. Temelsiz bina olmayacağı gibi doğruluk ve dürüstlük olmadan da din olmaz.

Esasen doğruluk ve dürüstlük İslâm dininin âmir hükmüdür. C. Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle der:"Emr olunduğun gibi dosdoğru ol." (Festakım kemâ ümirte. Hûd sûresi, Âyet: 112)

İbn-i Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Resul aleyhisselam:"Hûd sûresi beni kocalttı" buyurur. Bu sûredeki hangi hükmün kendisini kocalttığı sorulduğunda da yukarıda zikrettiğimiz "Emr olunduğun gibi dosdoğru ol" âyetine işaret eder.

Diğer taraftan Hz. Peygamberimizin: "Allah'a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol" sözü de müminin en önemli amelinin doğruluk olduğunu gösterir.

İslâm'ın ilk yıllarında Müslümanlar dinin temelini oluşturan doğruluk ve dürüstlük ilkelerine azamî ölçüde riayet ediyorlardı. I. Halife Hz. Ebûbekir'in ilk hutbesinde söylediği: "İdaremde isabetli olduğum sürece bana yardım edin. Doğruluktan ayrılırsam beni düzeltin" sözü yahut II. Halife Hz. Ömer "Benim yanlış yaptığımı görürseniz ne yaparsınız" diye sorduğunda ashaptan birinin çıkıp: "Ya Ömer, seni kılıcımızla düzeltiriz" demesi hem devlet başkanlarının hem de halkın doğruluk konusunda nasıl hassas davrandıklarını gösteren davranışlardır. Lakin üzülerek belirtelim ki bu durum uzun sürmez. Muaviye'nin Şam valisi olmasından sonra "doğruluk" yavaş yavaş yerini "taassub"a bırakmaya başlar. Sanırım şu meşhur hikâye bu konuda bir fikir verecektir:

Hz. Ali taraftarlarının yoğun olduğu Kûfe şehrinden devesiyle Şam'a bir Arap gelir. Sokakta gezerken bir Şamlı, Kûfeli Arap'a: "Bu dişi deve benim" der. Kûfeli "Ne münasebet, deve benim, üstelik dişi değil, erkek" derse de tartışma büyür, konu Muâviye'ye kadar ulaşır. Muâviye halkı toplar, tarafları dinler ve kararını açıklar:"Bu dişi deve Şamlınındır." Sonra halka dönüp sorar: "Bu dişi deve kimindir?" Halkın hep bir ağızdan: "Bu dişi deve Şamlınındır" demesi üzerine Muâviye, Kûfeli Arap'ı yanına çağırır ve: "Ey Kûfeli, sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir. Ayrıca dişi değil, erkektir. Sen Kûfe'ye dönünce olup bitenleri Ali'ye anlat. Ve de ki: 'Muâviye'nin, erkek deveye dişi diyecek kadar körü körüne kendisine itaat eden 10 bin taraftarı var.' Ali, ona göre ayağını denk alsın".

Görüldüğü gibi bir sahabînin Hz. Ömer'e "Eğrilirsen seni kılıcımızla doğrulturuz" ihtarının üzerinden daha çeyrek asır bile geçmeden siyasî taassupla erkek deveye dişi diyebilecek tıynette Müslüman yığınlar çıkmıştır ortaya. Ve o gün bugündür de -teoride olmasa bile- pratikte Müslümanların hâl-i pür-melâlleri -genellikle- böyle devam edip gitmiştir.

Niye el aya giderken biz yaya gidiyoruz şimdi anladınız mı?

***

ACZİMİN GİRYESİ:

DİNİN TEMELİ

Dinin temeli doğruluktur; dürüstlükten şaşma,

Sakın temelsiz din bina edip sırattan düşme…

(Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları