Ne kadar demokrasi o kadar kalkınma...

TÜİK verilerine göre 2008 Yılında GSYH 'mız 764.3 milyar dolar idi. Merkez Bankası 2003 ve TÜFE bazlı reel kur endeksine göre de  2007 ve 2008 yıllarında TL yüzde 10 dolayında daha değerli idi. Bu endekse göre düzeltirsek 2008 yılı GSYH'mız kabaca 700 milyar dolar oluyor.

Türkiye'de kaynaklar etkin kullanıldığı, ekonomik, sosyal ve hukuki istikrarın olduğu bir Türkiye en az yılda yüzde 6 büyüme potansiyeline sahiptir. Bu büyüme potansiyeline göre bugün, 2019 yılında GSY 1.2 trilyon, fert başına nominal gelir 14 bin 800 dolar olacaktı. Şimdi 2019 gerçekleşmesi beklenen fert başına nominal gelir 9000 dolardır. Aynı  hesapla 2025 yılında GSYH 1.4 milyar dolar fert başına GSYH ise 17 bin dolar olacaktı. Bu hesabı daha gerilere götürürsek, Türkiye'nin potansiyel imkanlarına göre fert başına gelirin 25 ile 30 bin dolar olması gerekirdi.

Türkiye'nin tökezlemesinin temelinde, demokrasinin sık sık kesintiye uğramasına neden olan  askeri ve siyasi darbeler var.

Türkiye'de demokrasi tabandan değil, üstten geldiği için, siyasi otoritenin iyi niyeti her zaman önemli olmuştur. Özal döneminde, ilk yıllarda demokratik bir yönetim benimsendi. Sonrasında bürokrasinin dolambaçlı yollarından kurtulmak için pratik yollar denendi. Demokrasiyi baypas eden birçok kanun hükmünde kararname çıkarıldı. Denetimden  kaçırılmak için  Bütçe dışı fonlar kuruldu.

Anti demokratik uygulamalar ilk başta büyüme sağladı ve fakat sonradan devlet düzenini, bürokratik dengeler bozdu. Demokratik geleneğe zarar vererek, bu defa sonraki iktidarların istismarına açık, yapısal sorunlar doğurdu.

17-25 aralık paralel devlet ve Fetö darbe girişimi, aynı zamanda başkanlık sistemine gidişi hızlandırdı. O kadar ki referanduma kadar yapılan anketlerde halkın çoğunluğu parlamenter sitem derken, darbe girişimi sonrası bu eğilim değişti.

Öte yandan başkanlık sistemi kısmi bir otokrasiye götüren bir başka sorun politik yapının kurumsallaşmamış olmasıdır. 1980 sonrası darbe rejimin getirdiği siyasi hegemonya, bu güne kadar hiçbir parti tepki göstermemiş, siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu değişmemiştir.

1980 öncesi siyasi partiler ve seçim kanunu, siyasi partilere aday tespitinde yüzde 5 kontenjan tanımıştı. Milletvekilleri, Belediye Başkanları, delege veya kayıtlı üyeler veya delege tarafından seçilirdi. Söz gelimi Türkiye'nin kurucu partisi CHP'de ön seçimle gelmeyen milletvekilleri, bu günkü MYK'nin eşiti olan Genel idare Kuruluna seçilemezdi.

1980 sonrası ön seçim zorunluluğu kaldırıldı. Siyasi parti genel başkanları ve yanında üst düzey parti yöneticileri cunta oluşturdu. Halkın siyasi süreçle ilgisi kesildi. Bir defa Genel Başkan seçilenler, piramidi üstten alta oluşturmaya başladılar. Delegelerde adeta tayinle geldi. Yandaşlığına ve itaatine güvenmediklerini üye yapmadılar.

Türkiye'de demokraside kesintiler her zaman yabancı yatırım sermayesinin azalmasına, yurt dışına sermaye çıkışına ve beyin göçüne neden oldu. Son yıllarda başka ülkelerde vatandaşlık isteyen Türklerin sayısı hızlı bir şekilde arttı.

İstikrar istiyorsak bundan sonraki hedeflerimizde yalnız ekonomik değil aynı zamanda demokratik hedeflerde koymalıyız.

 

Yazarın Diğer Yazıları