Yazık bu ülkeye…

Aman "darbeci" bellemesinler, önce şunu bir kayda geçirelim:
Faili, yöntemi ve renginden bağımsız olarak "darbe"nin her türlüsüne karşıyım.
Delil mi?
Kitabını yazdım.
Bkz: Darbeleri Okuma Klavuzu!
***
Gelelim, fena halde gına getirmiş bir filmi, bir gecede başa sardıran amiraller bildirisine…
***
Her şart ve koşulda "mağdur" olabilen bir iktidarımız var.
Hele ki, kendilerini "darbe tehdidi altında" göstererek, bir taşla, "Menderes'in dramı" söylemiyle eski/merkez sağın, "28 Şubat zulmü" söylemiyle "dindar taban"ın, "Diyarbakır cezaevi" söylemiyle siyasal Kürtçülerin, "Mustafa Pehlivanoğlu'nun mektubu"yla ülkücülerin yaralarını aynı anda kaşıyıp, dağılmış haldeki seçmenlerini yeniden kemikleştirme fırsatını asla kaçırmazlar.
***
Yok efendim yaş ortalamaları 70'in üzerindeymiş, yok efendim "kumpas mağduru" olan kişilermiş, yok efendim "FETÖ'yle mücadeleye destek veren isimler"miş, iktidarın da benimsediği "Mavi Vatan" politikasının isim babası, rota belirleyicisi, strateji üreticisi isimlermiş…
Kimin umurunda!
Pandemi ve ekonomi yönetimi iflas etmiş; aynı zamanda "seçmen" de olan vatandaştaki "hissedilir" etkileri tolere edilemez hale gelmiş, Karadeniz (ve Kafkaslar)'deki egemenlik mücadelesi taraf haline gelme yahut taraflardan birini "seçme"yi zaruri hale getirmiş, Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz'de eksenler birbirine girmiş, Yeni Anayasa'dan, "Hilafet" yahut "Montrö" çıkışlarına, "mümkün ama muhtemel olmayan" ve yüz yıldır dil altında tutulmaya çalışılan ne kadar "bakla" varsa ortalığa dökülmüş…
İçeride "nefes aldırmaya", dışarıda ise "telefon başında çaresiz beklemekten" kurtarmaya yarayacak her yol mübah artık iktidara…
Böyle bir ortamda, eline, kendi geleneği açısından "en mübah yol" olan "darbe heyulası yaratma" imkanı geçmiş; popüler ifadeyle, elbette "tepinecek üzerinde"!
Elbette, etinden, sütünden, yağından, tüyünden faydalanmak için elinden geleni ardına koymayacak!
Bu minvalden beslenen bütün kaygıları anlıyorum.
Ama şunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum:
Bütün bu "gerçekler"; emekli amirallerin imzaladığı bildiride yazılanları yalan, yanlış, uydurma, en önemlisi de "suç" kılar mı?
Montrö'yü bu amiraller mi tartışmaya açtı?
Bir "15 Temmuz'dan nasıl ders alınmaz" vesikası olan "Sarıklı komutan"ı, bu amiraller mi koruyup kolladı?
Hırsızın hiç mi suçu yok!
***
Bildiriyi gece yarısı yayınlamak, evet fazlasıyla saçma, lüzumsuz, gereksiz olmuş…
Ama geceyarısı yapılan tek saçmalık "amiraller bildirisi" mi bu ülkede?
Kimseye "postal yalayın" demiyorum.
Ve fakat, sırf iktidar "mağduriyet edebiyatı"nda Nobel'lik performans gösteriyor diye de; bir gece ansızın millî iradeden kaçırılarak yasalaştırılan torbalara, zaten fakir olan ülkeyi bir gecede daha da fukaralaştıran, doğmamış torunlarımızı borçlandıran atamalara gıkını çıkaramayan, üniformasız olması kaydıyla vesayetin her türlüsünü başına taç etmiş bir avuç yağdanlığın, "geceyarısı" metaforu üzerinden sergilediği pişkinliği sineye çekmek mecburiyetinde miyiz gerçekten de!
Bunun bir ortası yok mu?

"Demokrasiye bağlılığımızı" ispatın yolu, bu haysiyet cellatlığına boyun eğmekten mi geçiyor sadece?
El insaf…
Bu bildiri, "ordumuz" üzerinde, PKK'yla yürütülen çözüm sürecinden, Habur'dan, 15 Temmuz'dan, Osman Öcalan rezaletinden, Abdullah Öcalan'ın mektubuyla oy istemekten daha fazla "moral ve motivasyon" kaybına yol açmış olabilir mi?
***
Bir düşünce, bir ifade ya suçtur, ya değildir. Bu amirallerin her birinin, her gece, bir başka televizyon kanalında, tek başlarına ifade ettiklerinde suç sayılmayan düşünceleri, toplu halde dillendirdikleri için "suç" haline gelir mi?
***
Herkes siyasi tavrını ortaya koydu, kimin "ne tarafta" olduğu ziyadesiyle anlaşıldı. Amiyane tabirle ve maksadını aşmayacaksa gülündü eğlenildi ama dün sabah itibarıyla başka bir faza geçildi.
Evlerde uyuyan insanlar için sanki bir suç işleyip sonra da kaçmışlar gibi üzerine basa basa kullanılan o "yakalandılar" ifadeleri…
Sabahın 6'sında ev basmalar…
Hak iptalleri…
Üç paragraflık bildiri için 4 günlük gözaltı talepleri; hukukçular hesaplasın gün başına kaç cümle düşeceğini!
Mevzunun "bildiri" değil, başta Yeni Anayasa süreci olmak üzere önümüzdeki kritik takvimde her nevi muhalefetin "hukuk sopasıyla" sindirileceği alameti olan bu yeni fazda, yeni bir siyasi dil gerekli;
Ahmet Altan'lar, Mümtaz'er Türköne'ler, Nazlı Ilıcak'lar için üstlerini başlarını parçalayanların, "darbecilik"le de "darbeciler"le de hiçbir işleri olmadığını tekraren kanıtlamış Atilla Kezek'ler, Cem Gürdeniz'ler, Kadir Sağdıç'lar, Türker Ertürk'ler için de edecek iki kelamı olur herhalde!
Bir askerin "darbeci" olmadığını kanıtlayabilmesi için bu suçtan en az kaç kere "beraat" etmiş olması gerekiyor sizin "demokrasi" ve "hukuk" anlayışınıza göre!
Vallahi de yazık bu ülkeye…
Billahi de yazık bu ülkeye…

Yazarın Diğer Yazıları