Yeni totaliterizm ve Türkiye

22 Temmuz seçimleri ve sonrasında yaşanan krizlerin Türkiye’de toplumsal ve bireysel alanda yansıması konusunda neler düşünebiliriz acaba? Türk insanının özellikle psikolojik tepkilerinde ortaya çıkan “parçalanma”, yeniden biraraya gelme sonucu, toplumun hemen her katmanında ortaya çıkan topyekünleştirme (totaliterizm) eğilimlerinin bizi götürmekte olduğu yer neresi?
Bu soruların cevapları için Frankfurt Okulu’nun kurucusu, ünlü Alman filozofu Theodor W. Adorno’ya başvuracağız. Adorno’nun, özellikle Almanya’da Nazi egemenliği ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında yine ülkesinin psikososyal konumuyla ilgili yazılarında egemen siyasal kitle kültürünün tehlikeleri işleniyor. Adorno, Siyaset ve Nevroz Üzerine adlı yazısında (Theodor W. Adorno: Toplum üzerine yazılar, Belge Yayınları İstanbul) toplumda oluşan totaliter eğilimlerin bir tür kollektif  narsizmin (ben-severlik) dışa vurulmasıyla başladığını düşünüyor:
 “Komplekse dayalı Ben-iktidarsızlığının aradığı birşey var. Herşeye muktedir, kibirli ve şişirme ama bu arada kendi zayıf Ben’ine de derinden benzeyen kollefktif bir yapı çerçevesinde dengeye kavuşmak. Sayısız bir çok bireyde cisimleşen bu dengeleme eğilimi, kollektif bir kuvvet durumu alır ve bu kuvvetin boyutları şimdiye dek doğru dürüst tahlil edilememiştir.”
Adorno, Freud’un geliştirdiği birey-kitle, ben-kitle kavramlarından yola çıkarak, tek tek bireylerle, kitlesel belirleyici oluşumların, bireysel zayıflıkla toplumsal güçlülük arasındaki  “dengelenme”  arayışının toplumun siyasal anlamda totaliterizme sürüklenmesinin en önemli etkenlerğnden olduğunu, bunun ruhsal yozlaşmaların siyasetin gizemli şekilde etkilenmesine yol açtığını da anlatıyor;
 “Otoriter karakterler başka karakterlerden hiçbir zaman daha nevrotik değillerdir. Bu insanlardaki özel ruhbilimsel bozukluklardan söz etmek istersek bunlar psikoz, özellikle de paranoya anlamına giriyorlar.”
Adorno’nun çözümlemelerini özellikle de son on yılın toplumsal psikolojik tepkime, yansıma ve bunların siyasal anlamda demokrasiyle totaliterizm arasındaki med-cezir hareketini başlatmaları açısından Türkiye’ye uyarladığımızda ortaya çarpıcı sonuçlar çıkacaktır. Türkiye’deki kitle psikolojisi öylesinedir ki, Adorno’nun sözünü ettiği bireyin zayıflığıyla, toplumun (kitlenin) güçlülüğü arasındaki “dengelenme” topyekün bir teslimiyeti doğurmaktadır. Bu teslimiyet,  “demokrasinin faşizme karşı mücadelesi”  olarak sunulmaktadır Türk toplumuna. İşte bu tam bir siyasal nevroz durumudur. Adorno’ya göre, toplumda ortalama karakter bu süreçlerden geçerek oluşmaktadır:
 “Bu tutum yaşamın anlamını aramak, insanları sıkıntıya boğan koşulları adamakallı soyut bir tarzda sulandırmaktan çok, teknolojik işsizlik gibi iyice somut sıkıntılı durumlarda yatıyor. Üretim araçlarının ve farklı ülkelerde hammaddeler üzerindeki mülkiyetin durumuyla hayatla kendi gücüyle başedebilmenin ekonomik imkansızlıklarıyla ilgili uzlaşmazlıklarda yatıyor. Bu öyle bir imkansızlık ki, bireyleri şeytanca bir rasyonellik altında farklı simgeler yönünde kitle hareketlerine sürüklüyor.”
Adorno’nun, eleştirel düşüncenin önde gelen bu isminin çözümlemeleriyle Türkiye’de toplumsallığın sürüklendiği nihai aşamayı tanımlamaya çalıştık. Türkiye toplumsal bir büyülenmişlikle “otoriter kişiliklerin” giderek Doğu despotik geleneğiyle birleştiği yeni ve tehlikeli bir kitle ruhu psikolojisinin tehdidi altında.

Yazarın Diğer Yazıları