Yeni yıl kutlu ve mutlu olsun

Ben, geçtiğimiz son yıllarda toplumumuzun sosyal yapısının, kutlu ve mutlu olduğunu söyleyemeyenlerdenim. Ancak bugün kültürel ve siyasal dünyamızın, günlük üzüntülü konularını kapatarak, Anadolu insanının nereden nereye geldiğini, yaşantımızdan örneklerle sizlerin yeni seneye güvenle girmenizi sağlayacak konulardan söz etmek istiyorum. Yükselen Milliyetçilik dalgalarında coşmanızı arzu ediyorum.
Önce kendi hayatımdan ve yaşantımdan örnekler sunacağım; 70 - 80 yıl önce genç Cumhuriyetimizin başşehri Ankara’nın ortasındaki evimizin ihtiyacı olan suyunu, taşıyarak karşıladığımız mahalle çeşmemizi, bağ evine gidip geldiğimiz bakımlı eşeğimizi, en ucuz yakıtımızın sığır dışkısından imal ettiğimiz “tezek” olduğunu hatırlıyorum. Kalın sigara kutusu kapaklarını üst üste koyarak ayakkabılarımızın altındaki deliği kapattığımızı, yaz aylarında “zehirli sıtma”ya yakalandığımda asfalt yolun kenarında yattığımı, çarşamba günleri bedava kinin dağıtacak “sıtma savaş” görevlisinin kuyruğunda bekleyişimi, karne ile ekmek aldığımızı, Memurlar Kooperatifi mensuplarına imrendiğimizi, Ulus Meydanında yeni açılan Sümerbank’ın yerli mallar mağazasının vitrinlerine doyamadığımızı, adına “tahtakurusu” dediğimiz uyku kaçıran böceği unutamıyorum.
Yabancı uyruklu Alman veya Macar mühendislerin yanında çalışan Ahmet dayım, onlardan öğrendiklerini evimize taşıma arzusunda idi. Bir gün maaşını alarak eve dönerken, bizleri memnun etmek için giriştiği iyi niyetli uygulamayı hiç unutamam. Bizlere hiç görmediğimiz ve tanımadığımız, yüksek fiyata alınan muz ikramında bulunmuştu. Aile efradına da muzun nasıl soyulup yeneceğini tarif etmişti. Rahmetli halam muzu ağzına aldıktan hemen sonra, “Ne tatsız tutsuz şeymiş”, teyzem de “Buna para da mı verdin” dediklerinde, dayımın çileden çıkıp muzları topladığını unutamam.
Ailemden rahmetli annem ve babam dahil olmak üzere hiç kimsenin okur-yazar olmadığını, imza yerine amcalarımın, halalarımın, dayı ve teyzelerimin mühür kullandığını, her türlü sağlık sorunumuz için “Numune Hastanesi”ne koştuğumuzu hatırımdan çıkaramıyorum. İşte yetmiş yıl önceki şehir hayatımızın, hem de başşehrimizin fotoğrafı.
Bu görüntüyü hepimiz kendi hayatımıza uyguladığımızda, küçük farklılıklarla aynı neticeye varacağımıza eminim. Bu örneklerin çok daha değişik şekillerine rastlayacağımı tahmin ediyorum. Yetmiş yıl önce imzasını atmayı bilenin bulunmadığı ailemde bugün mühendisler, sanatkarlar, doktorlar, eczacılar, eğitimciler, sanayiciler, yüksek okul öğrencileri ve esnaflar var. Aynı şekilde Edirne’den Kars’a kadar bütün insanlarımızda bu örneklere fazlası ile rastlamak mümkündür.
Neticede, yetmiş-seksen yılda nereden nereye geldik? Bu aşamayı yapan dünyada ikinci millet yoktur.
Şimdi, kendi şeref madalyamızı boynumuza geçirerek, dünyada hiçbir topluluğun başaramadığı yükselişi ,seksen yılda başardığımızın gurunu yaşayalım ve bizi asırlarca ihmal etmiş o yoksulluk günlerinden, bu günlere ulaştıran ulu Tanrımıza, dünyada pek az bulunan güneş ve denizimize, bizlere kahve hariç her gıdayı veren aziz vatan toprağımıza, bugünleri bize hazırlayan büyüklerimize ve bizden önce emeği geçenlere, aziz gazi ve kahraman şehitlerimize, bizleri ve onları emzirip yetiştiren Türk annelerine, bizi her türlü tehlikelerden koruyan şanlı ordumuza ve geleceğimizin emanetçisi gençliğimize şükredelim. Sayın okurlarım, bugünkü yazıma son verirken üç görevimi de yerine getirmeyi içtenlikle arzu ediyorum:
- Kardeş Türk Dünyamızın, kardeş Türk Cumhuriyetlerinin de yeni yılını candan kutluyorum.
-Geçtiğimiz Cumartesi günü saat 11:00’de, İstanbul’umuzun Karaköy semtinde Türk Ortodokslarımızın Bağımsız Patrikhanesinde tertiplenen “Noel Günü”ne katıldım, Patrik Sayın Paşa Erenerol’ün yeni yılını tebrik ettim ve ikram ettikleri “yılbaşı çörekleri”nden aldım.
-Aynı gün, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’mızın tertiplediği ve Prof. Nevzat Atlığ Hocamızın açılışını yaptığı Dr. Adnan Çoban’ın yönetimindeki Klasik Türk Musikisi konserini dinledik.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları