Yeniler başladı eskilere özlem

"Elinde bir koca sopa,

Sırtında bir kalın aba,

Bekçi Baba... Bekçi Baba...

Nerdesin Bekçi Baba..."

Çocukluğumun şarkısıyla başlamak istedim. Çünkü geçenlerde beş bekçiyi bir arada görünce hatırladım. Yenilerin bizim tanıdıklarımızla hiç bir ilgisi yoktu. Hepsi sırım gibi. Göbeksiz ve bıyıksız. Ellerinde ne cop ne de başlarında şapka vardı.

Uzun mesafe koşucusu gibiler. Laf aramızda düdük seslerini de duymadım. Bazı yerlerde duyuluyormuş ama ben tanık olmadım. Yakın dövüş eğitimi aldıkları ise karşıdan belli olmakta.

Tesadüf mü?

İtirafta bulunmak istiyorum. Benim gibi yaşlıların aklı "pos bıyıklılar"da kaldı.

Daha önce de Bekçi Baba yazısı kaleme almıştım. Benim bunu işleyen Pazar Mavra'mdan birkaç ay sonra İçişleri Bakanlığı bekçi kadrosunu yeniden ihdas kararı aldı. İşte benim tanık olduklarım bunlardan.

Başka nesil

Dedim ya tamamı merhum Savaş Ay'ın tanımlamasıyla "zıpkın gibi, fişşek gibi." İnadım tuttu bir kere çocukluğumun, ilk gençliğimin Bekçi Baba'sını arıyorum. Kahve ocağını, bilardo ve langırt salonunu tek düdükle kapatırlardı. Hepimizi "saat kaç oldu, kapattık" deyip evlerimize yollayan yine bu takımdı.

80'ler dizisindeki Bekçi Bekir'in bir dönem öncesiydi. "Hele Dadaş hoş misen, dolu misen boş misen" söylendiğinde oynamaya başlayan Bekçi Bekir. Bu diziyi tekrar tekrar izlemek dahi beni eski günlere götürmekte. O yıllarda hepsinin adı ya baba ya da palaydı.

Onların bayramı

Bekçilerimiz tüm dini ve millî bayramlar arasında en çok kurban bayramını severlerdi. Yılın 361 günü sakladıkları kesim aletlerini dört günlük sürede kullanırlardı. Hemen hemen mahallenin bütün kurbanlık hayvanlarını onlar keserlerdi.

Meşhur laftır "Böbrekler küçük beye, yürek ve ciğerler bekçiye." Düşünün tam 50 takım koyun ve dana ciğeri. Bunlara aynı sayıda billur "koç yumurtası" ve metrelerce işkembeleri ekleyebilirsiniz. Bahşiş de Allah bereket versin cinsinden olurdu.

Şimdikiler

Zamane çocukları mahallelerinin adını bilmiyorlar. Yeni bekçilerinin isimlerini nasıl öğrenecekler. Bir soru da size; "Sahi siz öğrendiniz mi?"

Kemal Sunal

En meşhur Bekçi Baba'mız merhum Kemal Sunal'dı. Filminin 100. gösterimini üç gün önce Star'da yeniden izledik. İyi ki de vakti zamanında çevrilmiş. Bunca zaman sonra dikkat edince onun da epey eksiği olduğunu anlıyoruz. Hani o cilalı bekçi sopası? Bizimki her işini bununla hallederdi.

Eskiden modern buluş denilen düdükle uyurduk. Palanın parke taşlar üstünde çıkardığı "tak tuk" şeklindeki ayak sesleriyle huzuru yakalardık.

Hayat tarzı

Yaşı kemale ermiş tecrübeli bekçiler, o taş yolların üzerinde sopalarıyla ritim tutarlardı. Burhan Öçal'ın perküsyon gösterisi yanında çocuk oyuncağı gibi kalır.

Kimi bekçiler yıllardır üstünde yürüdükleri taşları ezberlemişlerdi. Hangisinden hangi sesin çıkacağını iyi bilirlerdi. Dokunduklarından sol mu, la mı alacaklarını öğrenmişlerdi. Bunlara "taş sopa resitali" demek de mümkündür.

Yol bulma

Siz siz olun, gençlerden böylesi marifetler beklemeyin. Burada eskiden kalma bir anekdotu hatırladım. Zamanında en yaşlı bekçiye sormuşlar:

- Zifiri karanlık gecelerde yolunu nasıl bulursun?

- Beyaz taşlardan. Hem beyaz olacak hem de büyük. Görmekte zorluk çektiğim böylesi yerlere büyük beyaz taşları ellerimle yerleştirdiğim olmuştur. Bunlar fener gibidir.

Nerelerden nerelere geldik. Mahallenin taşlarıyla bile dost Bekçi Babalar vardı.

400 mahalle

23 Haziran seçimleri vesilesiyle günümüzün İstanbul'unda 600 mahalle olduğunu öğrendik. Geride kalan 60-70 yıla bakınca bu sayının 400 olduğunu biliyoruz.

Yine eskiden ilçelere göre mahalleler dağılmıştı. İkisinin arasında mutlaka bir kahvehane ve bir bakkal bulunurdu. Mahalleler, büyüklüklerine ve mesken sayısına göre bir veya birkaç tane "bekçi nezareti"ne emanet edilirdi.

Her şey

Hepinizin bildiği ve özlü söz haline gelmiş "yani bunu da mı Bekçi Osman Ağa yapacak" kıssası o yıllardan kalmadır.

Mahallenin bekçisi aynı zamanda saka, itfaiyeci, asayiş görevlisi idi.

Onunla büyüdüğüm "Pala Mustafa"ya rahmet genç meslektaşlarına da başarılar diliyorum.

GÜNÜN SÖZÜ

Birini anmak da bir nevi onunla buluşmaktır. Halil Cibran

 

Yazarın Diğer Yazıları