Yunus Nadi gazetede içki içen oğlu Doğan’ı kovdu!

Tam 66 yıl öncesini bugüne taşıyan bir Bab-ı Ali fotoğrafı daha... Cumhuriyet gazetesinin sevilen kalemi Doğan Nadi’nin gazetede içki içmesi, ağabeyi Nadir Nadi’nin tepesini attırır. “Yeter, bu zıkkım rakıyı sokakta iç, gazetenin içi leş gibi kokuyor...” diye kardeşiyle kavga edince, aynı zamanda Muğla Milletvekili de olan babaları Yunus Nadi olaya el koyup Doğan Nadi’yi gazeteden kapı dışarı eder. Babası tarafından Cumhuriyet’ten kovulan Doğan da, gazetedeki “Bir Dakika” köşesini aynen Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ne nakledip orada yazmaya başlar. Bu gelişmelerin yaşandığı 1944 yılında çekilen bu fotoğraftakilerden Cihat Baban bir süre sonra Bakan olacağına, herhalde kendisi bile rüyasında görse inanamazdı... Gazete sahibinin masasında kurulmuş içki sofrasında  resim çekiliyor diye rakı şişesi gazetelerin altında kamufle edilirken, Cihat Baban resmi çeken Faik Şenol’a biraz da ağzını bozarak; “Çekme ulan, görüyorsun hepimiz meşveret halindeyiz... Resim bakarsın, Doğan’ın babası Yunus Bey’in eline geçer... Sonra, (Oğlum Doğan Nadi’yi Tasvir gazetesinde alkolik yaptılar...) diye Cumhuriyet gazetesinde yazıverir...” ikazında bulunur. Ama iş işten geçmiştir, Faik Şenol deklanşöre basmış, Doğan Nadi kadehi saklamaya fırsat bulamadan fotoğraf çekilmiştir. Bu sırada, sonradan Basın Yayın İstanbul Müdürü olan Server İskit’in de, elini havaya kaldırarak şöyle dediği duyulur:
 “Yunus baba görürse görsün... Nasıl olsa Doğan Nadi artık Cumhuriyet’in değil Tasvir’in yazarı!...”

Ortamdan kahkahalar yükselirken Mehmet Emircan, çömeldiği yerden, rakı şişesini gazetelerle örtmeye çalışıp kıskıs gülüyor, tam arkasında, beyaz gömleğinin kollarını sıvamış olan Tasvir-i Efkâr gazetesinin sahibi, Ziyad Ebuzziya’da bu neşeli atmosfere eşlik etmekten geri kalmıyordu. Bab-ı Âli’nin en otoriter idare müdürü olarak tanınan kır saçlı Kâzım Öcalır ise sesini çıkarmıyor ama çaktırmadan da patronların yanında gaf yapmamaya özen göstererek tebessüm etmekten kendini alamıyordu.
Bobin artığı gazete kağıtları üzerine kurulmuş çilingir sofrayı Cağaloğlu’nun ünlü piyazcısı Arnavut Rüstem’in yalancı dolmaları, beyaz peynir, salatalık turşusu, siyah zeytin ve haşlanmış lop yumurtalar vazgeçilmez mezesi olarak süslerken, herkes tamamlanmış gazetenin birazdan baskıya girecek olmasının keyfini sürüyordu...


 


Çocukluk arkadaşım Turhan Gürkan 12 yaşında Alkazar ve Şafak sineması tutkunuydu. Pazar sabahı sinemaya girer, karanlık basınca çıkardı. Bu tutkusu onu sonra Cumhuriyet gazetesinin sinema yazarı yaptı.


Ben, Turhan’dan 3 yaş büyüktüm, o beni de sinemaya alıştırdı. Her pazar günü sabah saat 10:00’da buluşurduk. Ben, yanımda Akşam gazetesine sarılmış dilimlenmiş ekmek, biraz kaşar peyniri ve tahin helvası o da mutlaka bir parça sucuk ile beyaz peynir getirirdik. Sonra sinemaya dalıp 66 kısım tekmili birden Tim Maki veya Bataklı Damın Kızı Aysel, filmini seyrederdik. Ben öğleden sonra çıkar mahalleye giderdim. O ise sinemada kalır ancak karanlık basınca bizim top oynadığımız arsanın çimliğine gelir, bütün arkadaşlara filmin konusunu ballandırarak anlatınca filmi yeniden görmüş gibi  olurduk.
Turhan Gürkan ile Cemal Kutay’ın Millet dergisinde karşılaştığımızda aradan en azından 20 yıl geçmişti ve sonra Bab-ı Âli her gün karşılaştığımız yer oldu. Sinema yazarlığını yadırgamadım. Onun çocukluk tutkusu, mesleği olmuştu.
Turhan Gürkan Vatan gazetesine geçti. Muhabirlik yaparken, sinemalara giderken, haberini de, röportajlarını da koltukta yazar, Haber Müdürü Melih Yener’e teslim edince de “Aferin” alırmış. Nitekim çok geçmeden İstihbarat Şefi oldu ama bu kez sinemaya ancak tatil günü olan pazar akşamı gidebilirdi.
Yanında da mutlaka sinemanın ünlülerinden birisi olurdu. Çok çalışırdı ve haber toplamaya bayılırdı. Sanat haberlerinde genellikle sinema başta gelir, bunlara ara sıra da tiyatro haberlerini eklerdi. Vatan gazetesinin arka sayfasında resimli röportajları çıkarken, hep yüzü asık çıkardı. Bir günü bunu sorduğumda, “-Röportaj ciddi olsun diye öyle poz veriyorum!.” demişti...
En son olarak Cumhuriyet gazetesine geçtiğinde çok mutluydu, Günaydın gazetesinde de çalışmıştı ama orada havasını bulamamış, pek mutlu olmamıştı. 26 Mart 2001 tarihinde kalp yetersizliğinden vefat ettiğinde, kalbinden sıkıntısını hiç söylememişti.

------------------------------------------------------------------
Haftaya Nazım Hikmet'e sigara ararken Ankara'da kayboldum
------------------------------------------------------------------

Yazarın Diğer Yazıları