Zamana yenilmeyen kahraman...

Zaman yaşamın en büyük düşmanıdır aslında...

Geçmişin anılarını, mücadelesini ve tüm ömrün yaşananlarını bağrında tutsa da, hayatı bir değirmen gibi öğütendir zaman...

İnsanı bazen geçmişin acılarında, bazen geleceğin umutlarında tutsa da; bir ömrün tükenmesi açısından bazen durağan, bazen hızlı ve bazen de insafsızca yol alarak, nihayetinde ömrü tüketmeye devam ediyor zaman...

Dörtnala giden bir atın sırtında, takvim yapraklarını çiğneye çiğneye ve her nefes alışımızda geriye atılan saniyeleri eze eze, sanki gelecekte bir umut varmış gibi koşa koşa ve sonu belirsiz bir yolculukta, nefes nefese gide gide tüketiyor insanı zaman...

Yaşamı bazen mutluluğun, bazen hüznün, bazen acıların, bazen sevinçlerin ve bazen girdapların cenderesinde tutsa da, insanoğlu umudunu hiçbir zaman yitirmemek için uğraşırken, zamanı alt edebileceğini düşünür ama her zaman yenilmekten kurtulamaz zamana...

Çünkü nihayetinde gidilecek yolun sonu bellidir; yaşamı bazen bir tiyatro, bazen bir film şeridi, bazen kısa bir öykü ve bazen de göz açıp kapatıncaya kadar geçen süre olarak sayarsanız, yaşanmışlar açısından belirsiz bir andır ömür...

Oysa insan gafletten kurtulursa, "yaşanan an güzelse o gün, ömür uzundur zaten" diye düşünmelidir aslında...

Hele de yarınlar belirsiz ve sonraki günün garantisi yoksa yapılan planların gerçekleşebileceğine ilişkin beklentiler her zaman havada kalabiliyorsa, ömrü yok eden zamanı alt etmenin tek çaresi vardır;

Anı yaşamak, güzellikleri paylaşmak, umudu büyütmek, mücadele etmek ve ne olursa olsun dimdik ayakta durabilmek, yarınlar için derin izler bırakabilmek...

Velhasıl, öldükten sonra da unutulmamak için, zamanın karşısında direnecek eserler bırakmak...

Eseriyle yaşayan deha...

Evet; zaman ve ömür arasındaki çatışmaya odaklanırken, boşuna gelmemek gerektiğini anlamak lazım dünyaya...

Yalnızca iz bırakmak değil, yaşama damga vurmak, bu damga ile insanlığın ufkunu açmak, gelecekle ilgili umutları çoğaltmak ve insanlığın en güzel, en doğru yaşaması için olanaklar yaratmak-yol göstermek ve hatta "önder" olabilmek...

"Öldükten sonra yaşamak istiyorsan, bir eser bırak" derler ya, işte yaşamın her aşamasında, koşulların insanları-ulusları-devletleri çıkmaza sürüklediği zamanlarda, doğru yaşamaya çalışarak- doğruları göstermek ve bu konuda "önder" olabilmek her insana kısmet olamıyor...

Atatürk işte tüm bu saptamaların içinde, öldükten sonra da, eserler bırakıp yaşayanlar arasında, herhalde en iyi-en doğru-en etkili-en karizmatik ve en güçlü insanlardan biri olarak, yoksul Anadolu'dan bir ulus ve bir devlet yaratarak Türk milletinin şansı olabildi...

"Zaman" ve "ömür" arasındaki çatışmaya dikkat çekerken de, kısacık yaşamında büyük eserler yaratabildiği için, her zaman karşımıza tek örnek olarak çıkıveriyor Atatürk...

Kısacık ömrünün çok büyük bölümünü yalnızca cephelerde geçirmemiş; geri bırakılmış, yoksulluk ve sefalet çıkmazına mahkum edilmiş bir topluluktan bir "ulus" yaratmaya ve oradan da bir devlet kurmaya harcamış Atatürk...

Hem de yorgunlukları, umutsuzlukları, çaresizlikleri, yoklukları, yıkımları ve ihanetleri bertaraf ederek; yalnızca direnerek, korkmadan ilerleyerek ve nihayetinde hedefine ulaşarak kısa bir ömürde, cumhuriyet gibi soylu ve görkemli bir eser bırakarak yaşamıştır Atatürk...

Atatürk'e saldıranlar kaybediyor...

Evet; eserler bırakarak, ölümlerinden sonra da adları yaşayan çok insan geçti bu dünyadan...

Avrupa'dan Amerika'ya, Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar uluslar kaderlerine yön veren liderler çıkardılar vatanlarından...

Onların çok büyük bölümü devirlerini tamamlamış insanlar olarak, yalnızca meydanlardaki heykellerde ve kamu binalarındaki fotoğraflarda kaldı ama Atatürk tüm haşmetiyle, bir ulusun kalbinde yaşamaya devam ediyor...

Çünkü Atatürk, ölümünün üzerinden 80 yılı aşkın süre geçmesine rağmen, düşünceleriyle-eylemleriyle- davranışlarıyla-mücadelesiyle ve en önemlisi de siyasetin her aşamasında kavga konusu edilen cumhuriyet gibi büyük bir eseriyle yaşamaya devam ediyor...

İşte; eğilerek-bükülerek-sürünerek ve yalakalıkla geçirdikleri zavallı ömürlerinde, Atatürk gibi soylu bir lideri karalamaya çalışanların çarpık, çamura bulanmış, salyalı taarruzları da Gazi'yi büyütmekten öteye gidemiyor...

10 Kasım 1938'de, ebediyete intikalinin üzerinden 81 yıl geçmesine rağmen, neredeyse her dönemde Gazi'ye düşmanlık için paçavra tetikçiler meydanlara salınsa da; her taarruz, her iftira ve her saldırıya rağmen, Atatürk askeri bir deha ve siyasi bir efsane olarak ayakta kalmaya devam ediyor...

Ve 81 yıl sonra; her zaman-her yerde-her tartışmada-her çıkmazda kurtuluş için Gazi'nin bıraktığı muasır medeniyet ideali bir çare olarak en önde direnebiliyor...

Velhasıl; yazının başından itibaren dikkat çektiğimiz "zaman" ve "ömür" kavgasının arasında, tarihsel gidişatın unutturamadığı ve zamanın da hiçbir an yenemediği bir direnç olarak, tüm zamanlarda yaşamaya devam ediyor Atatürk...

Büyük Atatürk'ü ebediyete intikalinin 81. yıldönümünde saygıyla anıyor, Türk Ulusu'na miras bıraktığı en büyük eseri cumhuriyetin "ilelebet payidar" kalacağını bir kez daha duyurmayı görev sayıyoruz...

 

Yazarın Diğer Yazıları