Zehirli sarmaşık -4- Ecnebilere yaranmak uğruna devleti idam sehpasına çıkardılar

Zehirli sarmaşık -4- Ecnebilere yaranmak uğruna devleti idam sehpasına çıkardılar
Muhiplerinin kapısında kul köle olduğu İngiltere, acaba nasıl karşılık veriyordu Osmanlı'nın bu teveccühüne?

Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU / ÖZEL HABER

Öyle ya, Osmanlı'nın kendisini mecbur hissettiğinden çok daha fazlaydı İngiltere'nin Osmanlı'ya mecburiyeti aslında; özellikle de hilafet makamına. En kolay, halifenin "dini otoritesi"ni kullanarak dizayn edebilirdi Müslüman sömürgelerini. Özellikle Hindistan ve Hindistan yolunun güvenliği hayati önemliydi.

Osmanlı Almanya'yla yakınlaşınca, Mekke Şerifi Hüseyin'in halifelik rüyalarına yeşil ışık yakması bundan değil miydi?

"Hilafetin gerçek Arap ırkından biri tarafından başlatılmasını destekleyeceğini" bile ilan etmişti. "Hilafet"in Müslüman alemi içindeki "maymuncuk" etkisinin  farkında olan Fransa, boşuna mı başlatmıştı "Batı Halifeliği" projesini?

Sevr gibi bir "idam" fermanında bile "hayat hakkı" tanınanın sadece "halife" olması ve İstanbul'da oturma iznine nail kılınması tesadüf değildi.

Ama "Halife Vahdettin" ve şürekâsı bununla bile pazarlığa girişemedi İngilizlerle; boyun eğdiler sadece.

YÜZBAŞI SELAHATTİN'İN ROMANINDAKİ GİBİ…

İstanbul'un hali tam da "Yüzbaşı Selahattin'in Romanı"ndaki gibiydi;

"Bir evin kapısında "Trabzon Rum İmparatorluğu Temsilciliği", bir başka kapıda "Pontus Cemiyeti", bir başkasında "Kürt Krallığı", biraz ötede "Kilikya Ermenileri Temsilciliği", güzel bir konağın girişinde "Arnavutlar Birliği" gibi levhalara ve uydurma bayraklara rastlanıyordu… Bu şehirde en hakir, en zavallı olanlar Türklerdi… Türklere sömürgelerdeki Hintli ya da zencilere davrandıkları gibi muamele ediyorlardı İngilizler…"

"Türk kadınlarına ve erkeklerine bir sürü hakaret savururlar, bazen Türklerin başından feslerini alarak denize atarlar, "Türko… Türko…" diye fesin yüzüşünü seyrederlerdi.

Bazen bir feryatla bilikte bir çarşafın yırtıldığını duyardık…"

Sandallara sürüklenen Müslüman kadınlar, götürüldükleri gemilerde tecavüze uğruyor, çığlıklarını ne "Halife", ne "Teali İslam"cılar; "İttihatçılar" olarak yaftaladıkları milliyetperver vatan evlatlarından, kuvvacılardan başka kimse duymuyordu!

UYKUDA KATLETTİLER…

İşgal günü…

Saat 05.45…

Baskın var.

Şehzadebaşı'ndaki 10. Kafkas Tümen Karargâhı'nda görevli Reşadiyeli Onbaşı Mehmed, Zileli Çavuş Abdullah, Mızıka Takımı askerlerinden Balıkesirli Nasuh, Şarkışlalı Ömer diğer arkadaşları gibi henüz uykudalar..

Letafet Apartmanı'nın önüne bir yük kamyonu yanaştı. 50-60 İngiliz askeri  -"İngiliz" dediysem, şairin tarif ettiği gibi "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…"- indi.

Ateş…

Önce kapıda nöbet tutan askerleri… Sonra onlara yardıma gelenleri… Sonra koğuşlarında, uykuda olanları… En son da üst kattaki koğuşlarından çıkarıp koridora dizdikleri Mızıka Takımı askerlerini… 61 Türk çocuğunu katletti muhiplerin "büyük kurtarıcı" diye sarıldığı İngiliz askerleri!

Ve bu çocuklar, bu şehitler, ancak milli mücadelenin zaferle neticelenmesinden sonra bir mezar taşına sahip olabildi!

ELİNE TÜRK KANI BULAŞAN İZMİR VALİSİ

Tek İstanbul değil, memleketin her yeri yangın yeriydi.

Gemlik'te, annesi Yunan subaylarının tecavüzüne uğrayan 6 aylık bebek, bir tarlada can çekişirken bulunmuştu.

Yalova'da, 500 Müslüman bir yere toplanmış ve üzerlerine gaz dökülerek diri diri yakılmıştı.

Erdek'te, Hacı Mustafa Ağa'nın karısının derisi yüzüldü.

Kül olmuş Duatepe'de yanmış kemik parçaları vardı her yerde…

Bilecik'te Ertuğrul Gazi türbesine saldırmışlardı. Bursa'da Ulu Cami bombalandı.

Giritli Hüseyin Çavuş'un çocukları, bacakları ikiye ayrılarak katledildi.

"Yolları insan cesetleri, at ve deve leşleriyle dolu" Manisa, iki gün, iki gece yandı.

İzmir'de, sadece ilk gün katledilen Türklerin sayısı 5 binden fazlaydı! Ve İzmir'in başında, "İtilaf müfrezelerine gerekli kolaylığı sağlamak" için elinden geleni yapan Kambur İzzet vardı!

İngiliz belgelerinde "Bizimle işbirliği yapmaya hazırdır" diye fişlenen bu İzmir Valisi, Kürtçü Şerif Paşa'nın amcasıdır ve kız kardeşi de başta Mustafa Kemal, birçok milli mücadele mensubu hakkında idam kararlar veren Nemrut Mustafa Paşa'yla evlidir!

En baştaki "sarmaşık" tanımı her geçen satırda daha da yerli yerine oturmuyor mu?

MİLLİ CAN ÇEKİŞME…

Celal Nuri, "Artık kulak duymaz, burun koklamaz, beyin hissetmez, göz görmez olmuş. Hiç kimse Türk değil! İttihat ve Terakki'nin küçük başarısından sonra kökeni karışık kim varsa, o zaman Türk olmuştu. Ama bugün Türk oğlu Türkler bile, annesine veya büyükannesinin akrabalarından birine dayanarak Arnavutluk, Çerkeslik, Gürcülük, Araplık iddiasında. Kısaca bir milli çöküş, bir ırkın tükenişi yaşanıyor ki, anlatmak mümkün değil. Ancak milli can çekişme deyimi ile bu tarihi durum anlatılabilir… Zavallı Türkler' Senin bütün çocukların nankör, bütün hizmetçilerin kadir bilmez olmuş" diye feryat ederken o kadar haklıydı ki…

PATRİK SÖYLEDİ, İNGİLİZ GÖSTERDİ, DAMAT FERİT YAKALADI

Hürriyet ve İtilaf Partisi üyesi, İngiliz muhibi Rıza Tevfik, "Türklükten istifa ettim", "Anam Arnavut, babam Çerkes / Bilmeyen varsa öğrensin herkes" demekte hürken, Türk Ocağı basılmış ve üyeleri derdest edilmişti.

Damat Ferit'in, İngiliz Yüksek Komiseri Webb'i ziyaret edip, padişahla birlikte umutlarını Allah'tan sonra İngiltere'ye bağladıklarını tekrar ederek, İngiltere'nin istediği kimseleri yakalayıp cezalandırma sözü vermesinden bir gün sonra  "Türk(!) avı" başlatıldı İstanbul'da.

İngiliz istihbarat görevlisi Armstrong'a göre Bekirağa Bölüğü'ne götürülen ve Malta'ya sürülenlerin bir kısmının ismi "Damat Ferit'in özel ricası" üzerine eklenmişti listeye!

Dönemin Dahiliye Nazırı, tesadüfe bakın ki, işgal İzmir'inin işbirlikçi valisi Kambur İzzet'ten başkası değildi!

Webb, tutuklamaların ardından İngiltere'ye yolladığı mesajda "Türk makamlarının işbirliğini" bildirdi. Ama İngilizlerin başka işbirlikçileri de vardı. İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold, Malta'ya sürgüne gönderilecek kişilerle ilgili bilgi toplanmasında başlıca kanalın Ermeni Patrikhanesi olduğunu söylemişti.

"KAFALARI KESİLSİN" NARALARI

Ziya Gökalp, Mithat Şükrü tutuklanıyor… Medine Müdafii Fahrettin Paşa'nın, eski Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı'nın bileklerine kelepçe vuruluyor… Mütareke basınının gözü zulme doymuyordu.

"Tutuklamalar gözümüzü doyurmadı. Daha çok şiddet. Daha çok şiddet. Daha çok şiddet" yazan Refi Cevat, "Sehpalar bu adamlara layık değildir. Koparılması lazım gelen bu kafalar kütükler üzerinde kesilip günlerce senk-i ibrette kalmalı" diye yol gösteriyordu.

O da oldu.

Aka Gündüz'ün Ziya Gökalp için arzuladığı gibi "Kafasına bir düzine nalıncı çivisi çakılıp, köy köy, oba oba gezdirilmedi" ama Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Ermeni Patrikhanesinin bulup getirdiği yalancı şahitlerin, yalan olduğunu itiraf etmekten çekinmedikleri ifadeleri doğrultusunda, Beyazıt Meydanı'nda idam edildi.

3-896.jpg

"HEMEN ASIN BU KÖPEĞİ…"

"Türklerin asırlardır gasp ettiği haklarımıza tamamen sahip oluncaya kadar mücadelenin her şeklini meşru ve makul görürüm. Bu fırsatın Türklerin tahakkümündeki ırklara bir daha nasip olacağını zannetmeyelim. Her çareye başvuralım ve Türklük derdini yeryüzünden bertaraf edelim" diyen, İngiltere Kralı'ndan "Osmanlı topraklarından kendilerine pay verilmesini" isteyen Zaven Efendi'nin yazdığı, "Ermeni zulmünden suçlu kimseleri cezalandırmak için bütün Türklerin idam edilmesi gerekir" diyen İngiliz komiserlerinin yönettiği tiyatronun sonunda, İngiliz Muhibi Mustafa Sabri Efendi'nin fetvası ve Vahdettin'in onayıyla idam sehpasına çıkarılan Kemal Bey, meydanda toplanan gözyaşları içindeki kalabalığa seslenir ve "Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet" derken, devrin Adliye Müsteşarı Sait Molla, şöyle bağırıyordu cellatlara:

-Söyletmeyin bu alçak herifi!.. Hemen asın bu köpeği, ne duruyorsunuz itoğlu itler!

2-20200513230916.jpg

Refii Cevat'ı bu da doyurmadı.

Kaymakam Kemal Bey'in "milli şahlanışın ayak sesleri" niteliğindeki cenaze töreninden sonra, "Devletin resmi üniformasını taşıyan bir sürü haydut, devlet tarafından asılmış bir haydutun cenazesine karışarak kargaşa yaratmışlardır. Bunların da yakalanarak, cenazesine katıldıkları haydutun akıbetine uğratılması gerekmektedir" yazdı.

***

TÜRK ÇOCUKLARINI  KAÇIRIP VAFTİZ ETTİLER

Malta sürgünlerinden biri Abdüsselam Paşa'ydı.

Sürgün nedeni ne "savaş suçu", ne "Ermeni kırımı"ydı; onun tek yaptığı kızına sahip çıkmaktı!

Patrikhane, Türklerin canını yakmak üzere şeytanın aklına gelmeyecek bir operasyona başlamış, Türk ve Müslüman çocukları "Ermeni" oldukları iddiasıyla ailelerinden koparıp, kilisede vaftiz ettikten sonra Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştiriyordu. Sokakta oynayan, soyu sopu, anası-babası belli bir Türk çocuğu, herhangi bir Ermeni'nin yalancı şahitliğiyle "Ermenidir" denilerek alınıp götürülüyordu.

İngilizlerin bu işe katkısı "Hiçbir Türk'e hiçbir yardımda bulunmamak" ve çocukları almaya gelen Patrikhane görevlilerine nezaret etmek şeklindeydi.

Ermenilerin sahiplenmeye kalkıştığı çocuklardan biri de doktor Abdüsselam Paşa'nın manevi kızıydı. Kim olduğu, nereden geldiği, Ermeni olmadığı kayıtlı, kanıtlı olan kız çocuğu yetimhaneden kayıp evine döndü. Abdüsselam Paşa, olayı İngiliz İşgal Kuvvetleri nezdinde protesto etti. Bunun üzerine, evine dönen kızı yeniden alındı ve bu defa Bulgar Yetimhanesine yerleştirildi. Abdüsselam Paşa mücadele etmeye ve olayı bütün dünyaya duyurmaya kararlıydı. İngilizce, Almanca ve Fransızca mektuplar yazdı.

İngilizler işin büyümesinden rahatsız olunca da "İttihatçı" olduğu iddiasıyla tutuklanarak, Malta'ya yollandı!