Zehirli Sarmaşık 3- İstikbal Savaşı

Zehirli Sarmaşık 3- İstikbal Savaşı
İngiliz emretti işbirlikçi Nemrut Mustafa ipi çekti… Selcan Taşçı Hamşioğlu’nun yazı dizisi…

Mondros Mütarekesi imzalanmadan önce "Biz başkalarına benzemeyiz, biz haysiyetimizi ve şerefimizi kurtarmak için sonuna kadar harp ederiz" diyen Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, bir "Osmanlı"nın haysiyetli ve şerefli yaşamasını imkansız kılan mütareke şartlarını hazımda hiç zorlanmamış, mütarekeyi İngiltere adına imzalayan Amiral Somerset Arthur Gouch Calthorpe'a, daha kaleminin mürekkebi kurumadan yolladığı telgrafta, "Ekselanslarına en samimi teşekkürlerini ifade etmeyi bir görev addettiğini" bildirmekten gocunmamıştı.

BÖYLE BAŞA BÖYLE TARAK

Vahdettin'in, Mondros'a gidecek delegelere verdiği görev "Hilafet-i Celile ve Saltanat-ı Seniyye ve Hanedanı Osmani hukuku mahfuziyetinin temini" olunca, Heyet Başkanı Hüseyin Rauf Bey de hilafete, saltanata ve hanedana dokunmayan işgali işgalden saymamış olacak ki,"Devletimizin istikbalini kurtarmakla" övünebilmişti dönüşünde pişkince!

Sair şartlarda insan içine çıkacak yüzü bulamaması, utanç ve keder içinde kıvranması beklenirken, Rauf Bey'in, İngilizlerin "açık kalpliliklerine", "samimiyetlerine" alkış tutan demeçlerinin altında yatanın ne olduğu çok geçmeden anlaşıldı. "Düşman"a kendi elleriyle verdiği işgal ehliyetinden, herkesten önce kendisi yararlanmak istemiş ve Agamemnon'da yaptığı gizli görüşmede, "Kafkaslarda federasyon şeklinde kurulacak müstakil bir idare" teklif etmişti İngilizlere!

DÜŞMANI KARŞILAMA TÖRENİ

Rauf Bey'in "Sizi temin ederim ki İstanbulumuza bir tek düşman askeri gelmeyecek" demesinden sadece günler sonra, Bahriye Erkan-ı Harp Reisi Kalyon Kaptanı Deniz Albay Ali Rıza Bey ile Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey, "İstanbul'u işgale gelen İtilaf Kuvvetleri Donanmasını karşılamak üzere!" Boğaza açılacak ve düşmanı nezaketle buyur edeceklerdi payitahttan içeri.

Ertesi gün…

"İki tacdar-ı mufahham hal-i muahadenette Vahdettin Han ile alem-i İslam'ın muhibe ve mizahir-i hakikisi İngiltere Kralı ve Hindistan imparatoru haşmetlu George hazretleri"nin fotoğraflarını yan yana basan Sait Molla'nın Yeni İstanbul gazetesi, "İslam aleminin dostu ve hakiki yardımcısı" ilan etti İngiltere'yi!

NUSRET BEY'İN BAŞINA ÖDÜL

E İngilizler de bir yerde haklı tabii!

İstanbul'da böyle coşkuyla karşılanıp da, Urfa'da Mutasarrıfı Nusret Bey, değil il sınırında karşılamak, kuşattıkları Hükümet Konağı'nın dahi kapısına çıkmayınca, bir de üzerine  "Memleketinize geliyoruz muzaffer bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor" diye soran İngiliz yarbayı, "Memleketi işgal eden kuvveti karşılamak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Misafir olarak gelseydiniz sizi Birecik'te karşılardım" diye bir güzel paylayınca "istenmiyor" sandılar zahir kendilerini!

Sonuç:

-"Müdafaa-i Hukuk teşkilatının kurucusu, Ergani mutasarrıfıyken, zararlı faaliyetlerinden dolayı Kürt Muhadenat Cemiyeti'ni de kapatmış olan Nusret Bey";

- İşgalci İngiliz subayına saygıda kusur ettiği için,

-"Kendini 150 bin sterline İngilizlere satan" işbirlikçi Dahiliye Nazırı Artin Cemal Bey'in emriyle azledildi ve tutuklandı.

İngiliz sermayeli Kürt Teali Cemiyeti'nin Başkanı ve Kuvayı Milliye'ye karşı kurulan, askerlerinin maaş ve lojistik ihtiyaçları İngiltere tarafından karşılanan Kuvayı İnzibatiye'nin subayı da olan Divan-ı Harbi Örfi Reisi Nemrut Mustafa Paşa tarafından yargılandı.

nem-001.jpg

Nemrut Mustafa

- Avukatların sokulmadığı, 8 yaşındaki Ermeni çocukların yalancı şahit olarak kullanıldığı, İngiliz Yüksek Komiserinin bile "maskaralık" itirafında bulunduğu mahkemede idama mahkum edildi. (İdamından 6 ay sonra, Askeri Temyiz Mahkemesi Nusret Bey'i beraat ettirecekti!)

-Nusret Bey'in idamını isteyen ve milli mücadele karşıtı Askeri Nigehban Cemiyeti kurucularından da olan Divan-ı Harp üyesi Fettah Bey, "Büyük Britanya Krallığı nişanı"yla da ödüllendirildi. Nemrut Mustafa gibi, Fettah Bey de, büyük zaferden sonra sığındığı ülkelerde "Türkiye'de bir Kürt ayaklanması çıkarmak" üzere faaliyet gösterdi; İngiltere'ydi yine hamileri.

-003.jpg

Mondros Mütarekesi’ni imzalamaya giden Osmanlı heyeti. Solda oturan heyet başkanı Bahriye Nazırı Rauf Orbay, sağda oturan Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey. Arkada sağda heyet katibi Ali
(Türkgeldi), ortada Yzb. Tevfik, solda yaver Yzb. Sait.

KİM GİDİCİ, KİM KALICI

Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa ile Harbiye Bakanı Abdullah Paşa, işgalci İngiliz Mareşali Allenby'nin ayağına gidiyor, Allenby, bütün küstahlığıyla, Osmanlı Paşaları'na, oturmalarına bile müsaade etmeden, karşısında ayakta, hazır olda dikerek "6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa'nın görevinden uzaklaştırılması, 6. Ordu'nun lağvedilmesi, silahlarının teslimi, istediği yeri işgal yetkisi tanınması" gibi Mondros'un tanıdığı yetkileri de aşan talimatlar yağdırıyor… Musul Hükümet Konağı'na İngiliz Bayrağı çekiliyor, 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa geri çağrılıyor, 6. Ordunun bütün askeri malzemesi İngilizlere bırakılıyor… İzzet Paşa'ysa, Mondros konusunda kaygılı olan Mustafa Kemal'e hâlâ masal anlatıyordu:

-İngilizler kalıcı değiller!

GÖNÜLLÜ TUTSAKLIK

"Türkiye'yi mahvedene kadar savaşacaklarını" ilan etmiş İngiltere eski başbakanı Asquith'in "Ümit edelim ki, bugünler milletler topluluğu içinde kötülüğü temsil eden bir millet olarak Osmanlı'nın son günleri olsun"  sözleri, İngiliz Yüksek Komiser Vekili Tom Hohler'in İngiliz Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası şefi George Kidston'a yazdığı "Burasının Türkler tarafından yönetilmesine son vermek için şimdiki şartlardan yararlanılmazsa çok yazık olacak. Bu şehri, herhangi bir yönetim altında görmeye hazırım. Yeter ki bu yönetim Türk yönetimi olmasın" mektubu bir yana, İngilizler "Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna" deyip ülkelerine dönmeye kalkışsa, "Etme eyleme" diye ayaklarına kapanacak gönüllü tutsak sayısı hiç de az değildi o sırada İstanbul'da!

MÜTAREKE BASININ İNGİLİZ AŞKI

İşgalin en vahşi yüzünü gören İzmir'de bile, "İngilizlerin Türk Milletine karşı herhangi bir husumetleri yoktu. İngilizler Türklerin tarihi ve ananevi dostuydular. Onlar Türkiye'ye, Türk İngiliz dostluğunu tehdit eden kimseleri cezalandırmak için gelmişlerdi, asla kötü niyetli değillerdi" diye yazıyordu Köylü gazetesi!

Kardeşiyle birlikte Kürt Teali Cemiyeti üyesi de olan Osmaniye Kaymakamı Mesut Fani, Adana'da basılan Ferda'da, "400 yıldır altında yaşadığımız bayrak denilen o kırmızı paçavradan ne fayda gördünüz? Bugün muazzam bir devletin şanlı bayrağı üzerimizde dalgalanıyor. Bari bundan istifa ederek mesut yaşayalım!"  Diye beyannameler yayınlıyordu…

Refik Halit, Alemdar'da bas bas bağırıyordu: "Bizim için yapılacak tek şey, bir devletin siyasi beraberliğidir. O devlet de İngiltere'den başkası olamaz. Olamaz. Olamaz."

İngiliz Rahip Frew'in "makbuz karşılığı, katıksız Türk görüşü karşıtı yazılar yazdırdığı şekerleri(!)"nden, İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı Sait Molla, "İngiltere'nin Türkiye'nin idaresini ele almasını" istiyor ve tam da Atatürk'ün Samsun'a ayak bastığı gün "Memleketimizin hal ve istikbalini kurtaracak yegane çare İngiliz himayesidir. Millet, zamanı geçmeden bu himayeyi istemelidir" buyuruyordu.

İngiliz mandası için imza toplayan Refi Cevat, Alemdar'da her gün yeni bir utanca imza atıyordu:

- İngilizleri bekliyoruz, Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak…

- İstiklalimizi temin edebilmek için kuvvetli bir devletin mizaharetine muhtacız, o devlet ki, İngiltere'dir ve İngiltere olmak lazım gelir!

- Vatanını seven bütün Osmanlılar İngiliz taraftarıdır…

- İngiltere, yegane dostumuz ve yegane kurtarıcımızdır…

- Bugün hepimizin çok iyi bilmesi gerekir ki, İngiltere ve müttefikleri bize düşman değildir…

- Bize İngilizleri seviyorsunuz diyorlar. Elbette seviyoruz. Çünkü onlar hürriyetçi, medeni ve adaletlidir…

İŞBİRLİKÇİLİĞİN BELGESİ

Bütün bu yazılanlar "ortak aklın ürünü"ydü her biri. Ve o akıl ortaklığının arkasında İngiltere vardı.

Peyam-ı Sabah'taki hemen her yazısını Mustafa Kemal ve arkadaşları için "idam" çağrılarıyla bitiren, İçişleri Bakanlığı döneminde yayınladığı genelgeyle halkı "işgallere karşı sessiz kalmaya" çağıran Ali Kemal'in "İngilizlere çalıştığı", İngilizler Muhipler Cemiyeti Başkanı Sait Molla'nın Rahip Frew'e yazdığı mektuplarla sabitti.

5 Kasım 1919 tarihli 12. Mektubunda Frew'e, "Ali Kemal Bey'in listeye alınması zaruridir. Bu kadar sırrımızı taşıyan bu zatı gücendirirsek planlarımız olduğu gibi düşmanlarımızın eline geçer. Bu zatı sıkça kollayınız" diyen Sait Molla, başka bir mektubunda da "Ali Kemal'le iş birliği halindeyiz" ifadesini kullanmıştı.

"Taşıdıkları sırlardan dolayı gücendirmemek" de o günden bu güne en önemli "terfi" ve "himaye" kriterlerinden biri Türk siyasetinde.

Biraz da bu yüzden olmalı;

Osmanlı'nın, hilafeti "üzerinde güneş batmayan Haçlı imparatorluğu"nun çıkarlarına boyun eğdirerek koruyacaklarını, "devlet-i aliyye"yi Kürdistancılıkla, Ermenistancılıkla kurtaracaklarını iddia edenlerin "sadakat"inden medet umması gibi, Cumhuriyetin de "beka"sını, devlete "Katil, hatta seri katil" diyen, Amerikan sığıntısı bir "Ziyaeddin Efendi" kalıntısına aşk dolu şiirler yazan, Kürdistancı ve Ermenistancılar için bir tür "tanzimat" hatta "ıslahat" hukuku dayatanların "işbirliği"yle koruyabileceği yanılgısına düşmesi.

DEVREN SATILIK ÜLKE

Ali Kemal, "Damat Ferit Paşa'nın izinden gitseydik İstanbul tehlikede olmayacaktı" diyor ve bütün musibetlerin sebebinin "Kurtarıcı Ferit Paşa yerine Mustafa Kemal'in ardından gitmek" olduğunu savunuyordu ama bakın ne olacaktı "millet" bu hainlerin lafına kanıp da topyekün Damat Ferit'in arkasından gitmiş olsa:

İstibdatta Abdülhamit için yaptığı jurnalciliğin karşılığını alamayan ve Abdülhamit'in orası mektep değil" diyerek Londra Büyükelçiliği'ne göndermediği Damat Ferit, Osmanlı'nın son olmasa da "sonu" hazırlayan sadrazamı olmuştu.

İşgalci Amiral'den "Türkiye'nin İngiliz mandasına alınmasını rica eden", iktidarını İngilizlere yaranmaya, İngilizlerin yardımıyla "İttihatçılar"dan tamamen kurtulmaya adayan Ferit, milli mücadele yanlıları tutuklatmakla, Amiral Robeck'ten "Mustafa Kemal'in üzerine ordu göndermelerini" istemekle, idamlarına fetva çıkartmakla, 90 bin sandık cephaneyi denize döktürmekle kalmayacak, ayrıca gizli bir "ön Sevr" imzalayacaktı İngilizlerle.

Buna göre, "Türkiye İngiliz mandasında olacak. Bağımsız bir Kürdistan'ın teşkiline engel olmayacak. Müslüman ülkelerde hilafetin manevi kuvvet ve yetkilerini İngiltere lehine kullanılacak. Mısır ve Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından feragat edecek. Her vilayete İngiliz konsolos atanacak ve bunlar valilerin müşavirliğini yapacak.Seçimler onların kontrolünde yapılacak. Bağımsız bir Ermenistan kurulacak. Boğazlar İngiliz kontrolünde olacak.Mili cereyanlar İngilizlerin oluşturacağı bir zabıtayla bastırılacak"tı.

Yani, İstanbul Hükümeti Sevr'i imzalamamış dahi olsa, Damat Ferit'in imzaladığı gizli anlaşma uyarınca zaten aynı akıbete uğrayacaktı!

Yarın: Ecnebilere yaranmak uğruna devleti idam sehpasına çıkardılar