Zirve, zirve söyle bana!..

Zirve, zirve söyle bana!..

Girizgâhı ister "Ne seninle, ne sensiz" diye yapsınlar…   

İster, "Seninle başım dertte" diye dert yansınlar…

İster "Başımın tatlı belası" diye, durumu tatlı-sert latifelerle kurtarmaya çalışsınlar…

O, tercümesini, hoş-beşini vesair çıkarınca geriye lider başına toplam kaç cümle düşeceği muallak ikili görüşmenin finalini illa ki "Biz ayrılamayız"la yapacaktır Türk-Amerikan liderleri…

Öyle buyuruyor siyasi tarih ve de konjonktür hazretleri.

Dolayısıyla, ortada "tam bağımsız Türkiye"ye dair umutlanacak bir durum yok; halde, "bağımlılığımız" bugünü aratır seviyeye taşınmasın kafi!

*

Telefonun başında aylarca bekledikten sonra dalga geçer gibi "soykırım" iftirasına uğramanın arifesinde aranmış olmanın şokunu yaşayan hariciyemizin heyecanını anlamakla birlikte, NATO toplantısında yapılacak sayısız ikili lider temasından sadece biri olan Biden-Erdoğan görüşmesinden ziyade, "zirve"nin geneli şamil mesajlarına odaklanmak daha yerinde olacaktır belki de.

Nihayetinde, NATO ittifakı bünyesinde yeni bir eşiğe, daha doğrusu geçmişte tecrübe edilmiş ve bölge ülkelerine kaostan başka bir seçenek sunamadığı görülmüş "geleneksel eşiğe" dönüş konseptini teyit edecek bu zirve.

*

"Geleneksel eşik “ten kastım ne?

Rusya''yı alabildiğine düşmanlaştıran ve onu, Balkanlar-Kafkaslar-Orta Doğu- Doğu Akdeniz aksında kuşatarak kendi coğrafyasına sıkıştırmayı amaçlayan…

Yani, Türkiye''ye S-400 krizinde gayet iyi idrak ettirildiği üzere, öyle "Ben egemen devletim, bölgesel ilişkilerim, milli menfaatlerim" filan diye komşunla bile selam-sabah imkanı bırakmayan…

Çin''i soyutlayan ve Güney-Doğu Asya''da siyasi-ekonomik hatta askeri bir duvar oluşturan…

Okyanus ötesindeki ABD''nin menfaatleri doğrultusunda, Asya ve Avrupa''daki vekil örgüt yahut devletleri eliyle suni mücadele, çatışma hatta savaşlar çıkaran…

Kısaca, "ABD''nin ali menfaatlerinin başladığı yer" olarak özetleyebileceğimiz bir eşik.

*

Umudum, belki de ilk defa Avrupa''da!

Bu defa, ardında "dünya savaşı" bırakmış ve ABD''nin "elinden tutup da kaldırmasına muhtaç" bir enkaz değil Avrupa. İktisadi açıdan da, siyasi ağırlık merkezi olabilme kabiliyeti anlamında da "Soğuk Savaş"ı oluşturan koşullarla kıyaslanamayacak derecede toparlanmış ve dahası, -bunda, liderlerin kullandığı dev aynalarının da rolü olmakla birlikte- özgüveni "tavan" yapmış durumda.

Arap ülkeleri teşne olabilir…

Orta Doğu ülkeleri düşebilir…

Uzak Asya, -ki, bir iki "uydu devlet" dışında, onlar da kendi rotalarını çizebilirler pekala- bunu rampa olarak kullanmayı düşleyebilir…

Ve fakat Avrupa, -her şey bir yana Çin, en büyük üretim tesisine dönüşmüşken, -emin değilim- aynı filmi izlemek ister mi bir kere daha!

Üstelik de, sadece ve sadece, "beyin ölümü” nü öngördüğü bir "ABD''yi koruma-kollama ve ihya mekanizması"na suni teneffüs yapmak uğruna!

*

NATO perspektifinin oluşturulmasında, aslen NATO''nun ta kendisi olan ABD''nin dayatmaları elbette göz ardı edilemez ama geçtiğimiz Kasım ayında NATO Genel Sekreterliği''ne, Aralık ayında da Dışişleri Bakanları aracılığıyla üye ülkelere sunulan "2030 Konsepti"ne gerekçe gösterilen "Küresel tehditler"i, Avrupa''nın kendi bekasıyla alakalı olarak ne derecede hissedip hissetmediği de önemli.

*

Şöyle sormak daha ufuk açıcı olur belki:

Bu tehditler eşit şiddette hissediliyor olsaydı, "AB ile güven ve anlayışın yeniden canlandırılması" özellikle de "siyasi ilişkilerin boyutunun askeri işbirliğini destekleyecek düzeye taşınması" gibi bir "meselesi", "gündemi" olur muydu NATO''nun?

*

NATO''nun, özellikle Avrupa ülkeleri açısından "kabulü zaruri" -ABD açısından bir emperyal tercihti- bir ittifak olarak belirdiği günden bu yana köprünün altından çok sular aktı…

Ve o sular;

ABD''nin gücünden aldı…

Avrupa ve Rusya''nın gücüne kattı…

ABD''nin NATO eliyle agresif bir yeni dönem başlatmak istiyor olması demek, eskiden olduğu gibi başlatabilir demek değil artık. Bunun için artık kendi müttefiklerini de ikna etmek ve onlarla da pazarlık masasına oturmak zorunda.

Dünyanın geleceğini o pazarlıkların sonucu belirleyecek biraz da.

*

Türkiye mi?

Karadeniz ve Suriye''de teslim olmasın…

Özellikle, "NATO politikası" diye ABD''nin Suriye politikasının bekçiliğine soyunmasın…

Suriye''de ikinci parça Kürt devletleşmesine göz yummasın ve bunun "bir NATO üyesi olan Türkiye için güvenlik sorunu" oluşturduğu gerçeğinden bir milim geri çekilmesin…

"Umutlarımızı" en azından bir sonraki zirveye taşımayı başarsın; başta da dediğim gibi, bu şartlarda kafi!

Yazarın Diğer Yazıları