5 Aralık: Sokakta yürüme hakkı

Bilindiği gibi 5 Aralık 1934 tarihinde, Türk kadını seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. Bu nedenle, kadın dernekleri ve aktivistler her yıl 5 Aralık'ta, kadın haklarını ve sorunlarını anarlar. Ancak son birkaç yıldır bu kutlamalar buruk geçmektedir. Zira Türk kadınlarının hakları ileriye gitmediği gibi eskiye nazaran daha sorunlu hale gelmiştir. Basında her gün kılık kıyafetinden dolayı taciz edilen, çocuk yaşta evlendirilen ve yakınları tarafından darp edilen hatta öldürülen kadın olaylarıyla karşılaşıyoruz. Bu geriye gidiş Türk halkı için utanılacak bir durumdur. Türk geleneğinde, örf ve adetlerinde, yaşam tarzında ve hayat felsefesinde kadının yeri dünya kültürleri arasında en önde olan milletlerden birisidir.

 İslamiyet öncesi Türklerde kadın erkek ile aynı hak ve hukuka sahip olmakla kalmaz ayrıca özel bir statüye sahipti. Hakan savaşa gittiğinde ülkeyi eşi yönetirdi. Bu nedenle de "hanım" sözcüğü hakanlık yapan hanımlara "Han-ım" hitabından gelmektedir. Türk kadınları pantolon giyip ata binerlerdi. İslamiyet sonrası özellikle de 1071'de Anadolu'ya gelen Türkler, önce Selçuklu sonra da Osmanlı İmparatorluğu, Arap ve Fars kültüründen etkilenerek kadınların sosyal hayatı bu halklardan etkilenmiş ve Türk kadını dört duvar arasına itilmiştir. İslamiyet kadını yüceltmektedir ama, İslami kurallardan ziyade İslamiyet öncesi Arap ve Fars kültürü ve anlayışına uygun bir gelenek ve muameleye tabi olmaktadır. Türk kadını, Müslüman kadınları asında en erken seçme ve seçilme hakkı elde etmiştir. Dünya kadınları arasında ise 18. olmuştur. Avrupa'nın şanslı kadınları arasındadır. Zira, Fransız kadını 1944, İtalyan 1945, Yunanistan 1952, Belçika 1960 ve İsviçre kadını 1971 yılında seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. 1924 yılında çıkartılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türk kız çocuklarının okula gitmesi sağlanmıştır. İslam ülkeleri arasında bu da bir ilktir.

Farklı din ve kültürler

Din ve kültürel farklılıklardan en fazla kadınlar etkilenmektedir. Erkeklerle ilgili bir sınırlama ve yaptırım minimumdayken kadınların giyim-kuşam ve sosyal statüleri dahil her şey önceden belirlenmiştir. Dolayısıyla statüko ve tabuları yıkmak bazen mümkün olmamaktadır. Sınırlama dinsel ise, ilahi bir otoriteden ve kutsal buyruk olduğu için kuralları kaldırmak daha da zorlaşmaktadır. İnanılanın aksine, kadınlar üzerine, dinsel, kültürel ve toplumsal baskı büyük kentlerde daha yoğundur. Zira, dinsel etki büyük kentlerde daha baskındır, kırsal alanda, yerel kültür daha baskın olduğu için Arap ve Fars kültüründen daha az etkilenmiştir. Kırsalda yaşayan Türk kadını başını geleneksel olarak bağlarken, kolunu ve bacaklarını sıvayıp bağ bahçe sulayıp üretim yaparken, İstanbul'daki kadın eline eldiven ve gözüne de gözlük takarak her tarafını kapatmaktadır. İslam'a göre üretim yapan mı yoksa her tarafını kapatan kadın mı daha kıymetlidir.

 Kırsal ve kentsel kültür, hayat ve yaşayış tarzı farkı sadece İslam'da ve Türkiye'de değil başka yerlerde de yaşanmaktadır. Örneğin Bangladeşli köylü kadınları göbeklerini açıkta bırakan geleneksel giysileri tercih ederken büyük kentlerdeki Bangladeşli hanımlar daha kapalı giyinmektedir. Budist ve Konfüçyus felsefesi inançlarında kesinlikle mümkün değilken Tibetli köylü kadınların geleneksel yaşantıları olan, kadınların birden fazla erkekle evlenmesi alışkanlığı bütün önlemlere rağmen devam etmektedir. Bu farklı örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Özet olarak, kadının zekasını, becerisini ve zarafetini kullanmayan hiç bir toplum ve ülke kalkınamaz. Orta Doğu ülkeleri bunun en tipik örneğidir. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların kafasını gözünü kapatarak içeri tıkması aslında beynin yarısını hapsetmesi ve yarı beyinli çalışması demektir.

 Atatürk'ümüzü bir kez daha şükran ve saygıyla anıyor ve Türk kadınlarının 5 Aralık kadınlar gününü kutluyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları