ABD Hitler’ini yargı durdurdu!

ABD, 1972 yılında muhalefet partisinin dinlendiği Watergate skandalı ile sarsılmıştı. Başkan Nixon’un CIA’yı devreye sokarak kapatmak istediği telekulak skandalı ters tepmiş ve iki yıl sonra istifa etmek zorunda kalmıştı. Başkanın adamları (dar oligarklar) da ‘adaleti engellemek’ ile suçlanarak demir parmaklıklar arkasına atılmıştı.
Oysa skandal ilk patladığında Nixon devlet aygıtını kullanarak kamuoyu algısını başarıyla yönlendirmiş ve girdiği seçimde muhalefeti adeta ezmişti. Yeniden başkan seçilirken, 50 eyaletin 48’ini Cumhuriyetçi Parti almıştı. Etkileyici hitabetiyle  “Sessiz çoğunluğun sesi”  olma iddiasındaydı. Demokrat Parti’yi birkaç büyük zengin kentin, marjinal kesimlerin ve seçkinlerin partisi olarak gösteren seçim propagandası ile siyasi zaferler kazanmıştı.
Bu sonuç Nixon’un başını döndürdü. Amerikalıların  “Cumartesi Gecesi Katliamı” dedikleri bir talimat ile çok sayıda hakim ve savcıyı görevden aldı. Başkan adeta çıldırmıştı. Adalet Bakanı’na Watergate soruşturmasını yürüten savcıyı görevden almasını emretti. Bakanı onurlu davranarak talimatı yerine getirmedi. Görevden alınınca yerine getirilen müsteşarı da emri uygulamadı ve istifasını verdi. Sonunda lidere mutlak biat edecek karakterde bir bürokrat bulunarak atandı ve savcı görevden uzaklaştırıldı.
Fakat özel yetkili savcının yerine dosyayı devralan savcı da meslek ahlakına sahip çıktı. Soruşturmayı kapatmak yerine yaygınlaştırdı. “Vaşhington’da savcılar var”  dedirterek hukuk devleti ilkesini hakim kıldı. Mahkeme de Beyaz Saray’ın tüm direnmelerine rağmen dinleme kayıtlarına ulaştı. Nixon suçlu bulundu. Cezasını affeden halefi Ford yıllar sonra  “Nixon’u affettiğim için cehenneme gidebilirim”  sözleriyle vicdan azabını itiraf edecekti.
Hitlerleşme yolunda hızla ilerleyen Nixon’u durduran yargının en önemli destekçisi baskılar karşısında geri adım atmayan medya oldu. Basın organlarında kayıtlar yayınlanınca ahlaklı, dindar, dürüst bir lider zannedilen Nixon’un aslında ne kadar küfürbaz, komplocu, gerilimlerden medet uman hatta orduyu Vietnam ve Kamboçya’da savaşa sokarak bunu siyasi ranta dönüştürecek kişilikte biri olduğu ortaya çıktı.  “Sahtekâr değilim” diyerek etkili bir konuşma yapsa da Amerikan kamuoyu tam bir hayal kırıklığı yaşadı.
Türkiye’de bugünlerde görülen ‘Fuat Avni’ vakasının bir benzeri 70’lerin Amerikasında yaşanıyordu. ‘Derin Gırtlak’ adı konulan bir yetkili, içeriden bilgi sızdırıyordu. Sonradan FBI Başkan Yardımcısı olduğu anlaşılan kaynağın aslında Nixon tarafından öğrenildiği ancak çok şey bildiği için görevden alınamadığı ortaya çıktı. Gazeteci Cemal Tunçdemir’in derlediği makaleye göre (Aksiyon, 14 Temmuz 2014) Amerikalı yazar ve siyasetçilerin ifadelerinden özetle şöyle bir Nixon portresi çıkıyordu:
 “Muhalefeti düşman olarak gördü. Politik hayatının her yeri ve her aşamasında düşman arayışı içinde oldu. Dahası muhalefet kavramı ile düşman kavramını hepten karıştırdı. O bir sahtekârdı. Bir eliyle sizinle tokalaşırken, aynı anda diğer eliyle arkadan sizi bıçaklayabilirdi. Görünüşte, insanı ona oy verdirecek kadar çok etkileyiciydi. Gerçek Nixon’u yakından tanımak şoke edici ve acı vericiydi. Yüzünde birçok maskesi var. Kimse Nixon’un gerçek yüzünü gördüğünü söyleyemez. Kalbi ağzına kadar nefret, benliği ABD Başkanı olma arzusuyla doluydu. Klasik bir kendi yuvasına pisleyen adam örneğiydi.”
Nixon medyadan nefret ediyordu. Yardımcılarına, “medya düşmandır’sözünü sık sık tekrarlıyordu. Danışmanları da egosunu okşayan yandaş medya yazılarını önüne koydu. Onun muhalefete ve eleştiriye öfkesini körüklediler. Gazeteci ve TV yorumcularını kovdurmak için medya yönetimlerine baskı yaptı. Birçok gazetecinin telefonlarını dinlettiği ortaya çıktı. McCarthy’nin “cadı avı” politikasının uygulayıcılarındandı, muhalefetin nasıl bastırılacağı konusunda tecrübeliydi.
Oval Ofis dahil Beyaz Saray’da çalıştığı her yere gizli ses kayıt sistemleri kurdurdu. Ancak bu kayıtlar kendisinin de sonunu hazırladı. Mahkeme, kayıtları isteyince bazı tapelerin yakıldığı ortaya çıktı. Nixon kullandığı ilaçların etkisiyle yaktırdığını itiraf etti. İlaçlar, Nixon’un paranoyasını tetikliyordu. Politik hırsla ülkesini savaşa sokabileceğinden dahi endişe ediliyordu. Öyle ki bir defasında Savunma Bakanı ordu komutanlarına,
Beyaz Saray’dan gelecek emirlerin Pentagon’a mutlaka onaylatılması talimatı göndermişti.
Söylemlerindeki çelişki ve yalanları, çevresindekilere, “seçmen söylenenleri çabuk unutur” diyerek savunuyordu. Ancak ne kendini ne çevresini kurtaramadı. Ülkesini büyük bir felaketin eşiğine getiren paranoyak liderin karakterini şu sözleri gayet güzel özetliyor: “Yalan konuşmadım. Sadece söylediklerimin doğru olmadığı sonradan ortaya çıktı... Bir şeyi Başkan yaparsa artık bu o işin yasa dışı olmadığı anlamına gelir.”

Yazarın Diğer Yazıları