Atatürk ile Nuri Conker’in ‘Harekât Ordusu’ndaki anıları

Atatürk ile Nuri Conker’in ‘Harekât Ordusu’ndaki anıları

1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte Osmanlı Devleti’nde yeni bir siyasal yapılanma ve yeni bir zihniyet yapısının yanı sıra, bu yeni zihniyetten rahatsızlık duyan bir kesim ortaya çıkmış; gerek sivil toplumda gerekse ordu içinde artan kutuplaşma ve gerginlikler isyan ortamı doğurmuştu.
Meşrutiyeti ilan etmiş olmasına rağmen iktidarı tam olarak ele geçirememiş olan ve hükûmet üzerinde dolaylı bir denetim kuran İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin devlet kademelerinde kadrolaşması politik istikrarsızlığa yol açmıştı.

Olaylar her geçen gün arttı…

Atatürk 1909 yılı Ocak ayı başında Bingazi’den Selanik’e dönmüş, istihbarat faaliyetlerinde bulunmuş, orada yaşanacak muhtemel gerginlik öncesi bilgi toplamıştı…

13 Ocak’ta bir haber aldı; sevindi.
3’ncü Ordu Selanik 2’nci Redif Tümeni Kurmay Başkanı olmuştu.
Haber çocukluk ve silah arkadaşı Nuri (Conker) Bey’e ulaştığında ateşler içinde yatıyordu. Fizik itibarıyla güçlü görünüyordu, ama hastalıklara karşı direnci azdı. Sık sık hastalandığı olurdu. Görev yaptığı Ordu Erkân-ı Harbiyesi Talim ve Terbiye şubesi memurluğuna Atatürk getirilince sevince boğuldu...

Osmanlı Devleti kötü günlerden geçiyordu. Politik istikrarsızlık vardı. Halk gergindi.

Muhalif gruplar İttihat ve Terakki’ye destek verdi. Cemiyet iktidarı ele geçirmek istiyordu.

7 Nisan 1909 günü Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi, faili meçhul kişilerce öldürüldü. Kargaşa büyüdü.
12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlası’ndaki 4’ncü Avcı Taburuna bağlı 60 asker sabaha karşı saat 04.00’te komutanlarına başkaldırdı.
Komutanlarını hapseden askerler bazı din adamlarının peşine takılıp sokaklara döküldü. Kalabalık Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan önünde toplandı.

9 Nisan 1909

Nuri Bey ciddi derecede hastaydı. Yatak döşek yatarken öğle vaktinde kayınbiraderi Yüzbaşı Salih (Bozok) Bey telaşla evine geldi:

- Nuri! Ne yatıyorsun? Kıyamet kopuyor.

- Ne var? Hayırdır?

- Ne olacak? İstibdat hortladı. İstanbul’da kanlı bir irtica patladı. Mustafa Kemal Bey’in teşvikiyle bir ordu hazırlanıyor. Kendisi de ordunun Erkân-ı Harbiye Reisliğini üzerine aldı.

Nuri Bey hemen karyolasından atladı. Ateşler içinde yanıyordu. Giyinmeye başladı.

Salih Bey ayakta güçlükle duran hasta arkadaşını uyarmaya çalıştı:

- Hayır Nuri! Yat yerine çabuk...

Fakat sözünü dinletemedi; Nuri Bey çoktan giyinmişti.

Binbaşı olan Atatürk Redif Taburunun kışlasında sevkiyat işlerini organize etmekle uğraşıyordu. Karşısında çocukluktan o yana hiç ayrılmadığı can dostu Nuri Bey’i görünce hayrete düştü.

Nuri Bey selamını verip hemen söze girdi:

- Vazife almaya geldim Kemal!..

- Seni muaf tuttuk.

- Niçin?

- Hastasın.

- Olmaz. Ben hasta değilim. Mademki, sen gidiyorsun, ben senden ayrılamam Kemal. Burada duramam. Ben de gideceğim...

Öyle yoğundu ki tartışamadı:

- Pekâlâ. Git, hazırlan. Bir saat sonra hareket edecek olan 18’nci Nişancı Taburuyla hareket edeceksin.

Büyük bir sevinçle arabaya bindi, evine gitti. Ailesinin hayret ve heyecanları arasında dürbününü, haritasını ve tabancasını valizine koydu. Eşi Nedime Hanım panikle sordu:

- Hayır olsun Nuri Bey? Yolculuk mu var? Ne kadar sürer?..

- Bilinmez Nedime’m! Mustafa ile birlikte İstanbul’a yolculuğumuz var. Haberler iyi değil...

Henüz evlatları yoktu. Nedime Hanım evinin efendisiyle vedalaştı, arkasından dualar etti. (Nedime Hanım, o günden sonra daha sıkça yalnız başına kalacak, hatta dört evladının doğumlarında bile Nuri Bey’i yanında görmekte güçlük çekecekti...)

Arkadaşının karşısına tekrar çıkıp sert bir topuk selamı verdi.

- Hazırım, efendim!

Emrini aldı, istasyonda bekleyen trene ulaştı.
Tren kalktı, yol aldı. Yolculuk sırasında Köprülü Redif Taburu kumandanı hastalandı. Durum Atatürk’e bildirildiğinde o göreve Nuri Bey’i tayin etti.

Hareket Ordusu Hüseyin Hüsnü Paşa komutasında yola çıktı.

İstanbul Hadımköy’e varıldığında ortalık karışıktı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarı tam olarak ele geçirememiş, ancak dolaylı yollardan denetim sağlamıştı. Atatürk ordunun Kurmay başkanıydı. İstanbul’a girip isyanı bastırmaya başladılar.

Rumeli'den İstanbul'a getirilip Taşkışla’ya yerleştirilmiş olan 4. Avcı Taburu, 12-13 Nisan 1909 gece yarısı (Rumi takvimle 30 Mart'ı 31'e bağlayan gece) başlarında çavuşları olmak üzere ayaklanmış ve kışladaki komutayı ellerine geçirerek bazı subayları hapsetmişti.

19 Nisan 1909

Hüsnü Paşa komutasındaki birlikler İstanbul’a ulaştı.
Üç gün süren çarpışmaların ardından sıkıyönetim ilan edildi; padişah II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Mehmed Reşad tahta çıktı. İsyana katılanlar ve destekleyenler yargılanarak 70 kişi idam edildi, 420 kişi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Atatürk bir bildiri yazdı; Hüseyin Hüsnü Paşa altını imzaladı. Bildiride şunlar yazılıydı:

“...Millet, yıllardan beri zulüm yapan istibdat kuvvetlerini parçalayarak meşrutiyet hükümetini kurdu. Bu kansız mutlu inkılaptan zarar gören aşağılık kimseler, kanunsuz bir şekilde çıkarlarının teminine hizmet eden eski durumun geri gelmesi için bin türlü hile ve alçaklığa başvurarak yasal meşrutiyet hükümetini yıkmak istedi ve bütün insanlık âleminin kınadığı İstanbul faciasının oluşmasına sebep vererek masum kanlar döktü.”

Bildiri sokak sokak dağıtıldı…
Hareket Ordusu İstanbul’a girme hazırlığında iken komuta değişikliği yapılmıştı; ordunun komutanlığına Mahmut Şevket Paşa atandı. Hareket Ordusu Kurmay Başkanlığı Atatürk’ten alınıp Binbaşı Enver'e verilmişti.

Hareket Ordusu’nun müdahalesiyle isyancılar dağıldı. Nisan sonunda neredeyse hepsi teslim oldu. Yargılandılar ve cezaları ölüm oldu. İsyan uzun sürmedi ama muhalefet kan kaybetti.
(1912’ye kadar Selanik’te ikamet edecek olan Abdülhamit daha sonra Beylerbeyi Sarayı’na getirilecek ve 1918’deki ölümüne kadar burada “kafes hayatı” sürecekti.)

“Sen iyi vali olursun Nuri…”

Nuri Bey iyileşmiş ama bu kez Mustafa Kemal hastalanmıştı. Mayıs ayının ortalarında üç gün Gülhane Hastanesi’nde tedavi gördü, ardından tekrar Selanik’e döndü. Yeni görevi 3’ncü Ordu’ya Kurmay Başkanlığı’ydı. Nuri Bey ise kurmaylık sınıfına yükseldi; İstanbul’da kalıp, Mahmut Şevket Paşa’nın yaverliğini yaptı.

İsyanı bastırdıktan sonra Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazırı oldu. İstanbul’da kaldı. Kazım (Özalp) Bey de Selanik’e dönmüştü. Her gün Mustafa Kemal’le buluşuyor deniz kıyısında Beyazkule Gazinoları’nda bira içiyorlardı. İttihat ve Terakki devlet idaresine el koymuştu. Bu nedenle ümitli ve neşeliydiler.

Neşeli oldukları bir gündü. Atatürk eğlenirken:

"İleride bir devlet kuracağız", deyiverdi. Kazım Bey’e dönerek “Seni Harbiye Nazırı (Kara Kuvvetleri Komutanı) yapacağım,”dedi. Sonrasında İzzettin (Çalışlar) Bey’e döndü:

-Sen Erkânıharbiye–i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) olacaksın İzzettin Bey.

Çocukluk arkadaşı Nuri Bey ile gözgöze geldiğinde gülümsedi:

- Sen iyi vali olursun Nuri…

Nuri Bey sordu:

- Bizim ne olacağımızı anladık... Peki ya sen ne olacaksın?

- Sizi tayin eden ne olursa, o olacağım...

Not: Atatürk hayatı boyunca bir kez hüngür hüngür ağlayacak o da NUri Conker'in ölüm haberini aldığı gün olacaktı...

Kaynak:

Yaşar Gürsoy, Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker

Yazarın Diğer Yazıları