Atatürk o arkadaşı yüzünden az kalsın asker olmayacaktı
Kafkasyalı Türk göçmen bir ailenin çocuğuydu.
1878 yılında Bursa’da dünyaya geldiğinde henüz kundaktayken anne babasını kaybetti.
Bağdat Defterdarı Cemal Bey ve eşi tarafından evlatlık edinildi. Özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri aldı. Cemal Bey istemese de askerlik mesleğini seçti.
Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nde okurken öğretmenleri kendisini başarılı bir asker olmaktan ziyade güçlü bir şair ve ateşli bir hatip olarak gördü.
Çok okuyan bir gençti. Özellikle Namık Kemal'in, Tevfik Fikret'in şiirleri ve Jön Türkler‘in gizli yayınlarını tercih ediyordu.
Bu nedenle sık sık başı derde giriyor, öğrenim yıllarında izin zamanlarını okulun cezaevinde geçiriyordu.
Sık sık ceza alması okuldan kovulmasına neden oldu ve daha sonrasında Manastır Askeri İdadisi’ne nakledildi.
ATATÜRK İLE TANIŞMA
O nakil 1896 yılında, Selanikli Mustafa Kemal ile sınıf arkadaşı olmasına yol açacaktı.
Fikirleri uyuşuyordu. Selanikli Mustafa Kemal ile Ömer Naci, birkaç sayı dergi çıkardı. Fikirlerini Harp Okulu öğrencilerine yansıtmaya çalıştılar...
Atatürk’ün o yıllarda en etkilendiği arkadaşı Ömer Naci Bey oldu. Zira Atatürk’e edebiyat ve şiir merakı aşılamıştı.
Günün birinde Ömer Naci Bey Atatürk’ten okumak için kitap istedi. Atatürk bütün kitaplarını gösterdi ancak hiçbirini beğenmedi. Atatürk’ün gücüne gitti ama hissettirmedi...
Atatürk de Ömer Naci Bey gibi şiire sevdalıydı hatta şair bile olmaya çabalıyordu.
Bunu fark Kitabet öğretmeni Asım Efendi bir gün kendisini yanına çağırarak, “Mustafa, şiiri falan bırak. Bu iş senin iyi bir asker olmana mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen yükselemez.” dedi.
Hocasının ne kadar haklı olduğunu yaşananlar kanıtladı...
Çok arzu ettiği halde Ömer Naci Bey kurmay subay olamadı. Ama Atatürk’ün fikri altyapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir rol oynadı...
Ömer Naci Bey, 10 Şubat 1902 yılında askeri okuldan mezun olup, teğmen olduktan sonra aynı yıl Pireşova'da bulunan askerî kıtaya tayin edildi.
1903 yılında, görev aldığı kıtadaki komutanı Edirneli Binbaşı Mehmed Ali Bey’in kızı Emine Hanım ile evlendi...
Daha sonra, Selanik’e yerleşti ve “Çocuk Bahçesi” adlı haftalık mecmuada yazılar yazdı; Abdülhamid’e karşı siyasi faaliyetlerde bulundu...
1895 yılında, Rüştiyeyi bitirerek Manastır Askerî İdadisine geçen Atatürk ile Osmanlı Hürriyet Cemiyeti içerisinde yer almış, İstibdad idaresinin yıkılması doğrultusunda yasa dışı faaliyetlerde bulundu. Yakalanacağını anlayınca Avrupa'ya kaçtı.
1908 yılında Jön Türk Devrimi'nden sonra İstanbul'a geldi, İttihat ve Terakki Fırkasına girdi; burada yönetim kurulu üyeliğine kadar yükseldi; Bâb-ı Âli Baskını öncesi halkı galeyana getiren hatiplerden birisi oldu; halkı Kâmil Paşa Hükûmeti aleyhine kışkırttı ve darbe sırasında halkın da İttihat ve Terakki'nin yanında olmasını sağladı.
Trablusgarp Savaşı sırasında gönüllü olarak görev aldı...
1912 (Nisan-Ağustos) Meclis-i Mebûsan'ına Kırklareli vekili seçildi.
Subay olarak Kafkas Cephesi'nde, İran'da bulundu. Buralarda Teşkilatı Mahsusa görevlisi olarak baskınlar düzenledi, çete savaşları verdi.
Kerkük'te 1916 yılında tifüse yenik düşerek yaşamını yitirdi...
Atatürk, eski ve sevgili dostunun hatırasını yaşatmak için –yeni harfler henüz yaygınlaşmadan önce- Ömer Naci’nin şu dörtlüğünü ünlü hattat İsmail Hakkı Altınbezer’e güzel bir levha olarak yazdırmış. Çankaya Köşkü’nde bir odaya asmış.
“Aşk olsun… Her sevginin kesin
Sonsuz bir yaşamı vardır ki
Dünyanın güzelliklerinin meyvesi
Ona çöl esintileri gibi şarkı söyler.”
Bu şiirin anlamı şu şekilde yorumlanabilir:
“Aşk olsun… Her sevginin kesinlikle sonsuz bir yaşamı vardır. Dünyanın güzelliklerinin verdiği meyveler ona çöl esintileri gibi şarkılar söyler.”
Kaynak:
Fethi Tevetoğlu, Ömer Naci, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987, Ankara.