Avrasyacılık nereye gidiyor?

Sovyet Birliği’nin katı ve homojenliği esas alan ideolojik sistemi devlet yönetiminde otorite ölçüsünü giderek artırmış ve özgürlük alanlarını olabildiğince tıkamıştır. Önce Yeltsin ve sonra Rusya’nın ilk Dışişleri Bakanı Andrey Kozırev tarafından Batılılaşma görüşü seslendirilmeye başlanmıştır. Bunda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve yeni dünya düzeninin beklentilere cevap vermemesi en büyük etkendir.  Söz konusu dönemde ekonominin liberalleşmesi yönündeki görüşler tartışılmaktadır. Zira Sovyetler Birliği’nin son 20 yılında planlı ekonomi modeli 13 kez amacına ulaşamamıştır. Sadece yer altı kaynakları ve askeri ekonomi üzerine odaklanan gelişme çabası dünyadaki rekabet için yetersiz kalmış ve ortalama milli gelir 75 rubleye kadar gerilemiştir. Ekonomik ve teknik sistem o kadar katı yönetilmiştir ki ülkede ihtiyaç duyulan 650 bin biçerdöver yerine 1 milyon biçerdöver tarıma yönlendirilmiş ve bunların tamiri için harcanan para, satın alma fiyatının 5 katına ulaşmıştır.
Bu süreçle birlikte Gorbaçov’un engel olamadığı dağılma ve ayrışma, bir zamanlar ortak olan ülkelerin birlikte güçlerini korumak ve artırmak yerine Batı ve Doğu’dan yardım düşüncesini pekiştirmiştir. Ayrıca Rus ulusçuluğunun etnik temele dayanmayan sivil tanımı henüz çözülememiş olsa da ülkedeki etnik ve dinsel çeşitlilik Rus tanımının kapsayıcılığını zamanla yitirmesine neden olmuştur. BDT elindeki imkanları kullanma konusunda sınıfta kalmış ve böylesi bir zeminde Avrasya ya da Avrasya Birliği tartışmaları şekillenmiştir. Rus dış politikasının geçirdiği evrime bakıldığında Avrasyacılık Soğuk Savaş döneminin izlerini taşıyan ve Rus ulusçuluğu ile paralel bir düşünce sistemi olarak belirmektedir. Avrasyacılık, özü itibariyle Rusya’nın Doğu ve Batı arasında siyasal, ekonomik ve kültürel bir köprü oluşturması gerektiği savı üzerine kurulmuştur. Avrasyacılık dağılan Sovyetler Birliği’nin yeni dönemde dünya sahnesindeki etki ve gücünün küresel bir aktör olabilme iddiasına yöneltilmiş halidir. 
Yeni Avrasyacılık ise geleneksel Avrasyacılığın temel kavramlarını günümüz küresel koşullarına uyarlama iddiasına sahiptir. Klasik Avrasyacılığın kurucuları ve bu fikri sistematize edenler, Nikolaeviç Savitskiy ve Sergeeviç Trubetskoy gibi Avrupa’da mülteci konumundaki Rus düşünürlerdir. Yeni dönemde ise Gumilev, Gennadiy Zyuganov ve Aleksander Dugin gibi Rus fikir adamları, Avrasyacılığın içini doldurmaya başlamışlardır. Burada temel olarak Türk-Slav halklarının kaynaşması, Avrupa ve Asya arasında birbirine bağlı alt sistemler oluşturulması ve böylelikle merkez-çevre bütünleşmesi esas alınmaktadır.
Avrasya Birliği projesini 90’lı yıllarda gündeme taşıyan Nursultan Nazarbayev “Zorla birleştirmeye kalkışmak, istikrarsızlığı güçlendirip kanlı çatışmalara sürükleyecek tehlikeli bir yol, olmazı oldurmaya çalışan boş bir uğraşmadır” demiş olsa da Yeni Avrasyacılık düşüncesinin küresel çatışmalarla örülü kaotik durumları işaret etmesi eski Sovyet blokundaki ülkeler için öngörülebilir nitelikte değildir. Öteden beri Avrasya Birliği projesini bir kalkınma ve güvenlik hamlesi olarak gören bu ülkelerin ulus devlet ve sınırların korunması ilkesinden vazgeçme ihtimali öncelikle kendileri tarafından sorgulanmaya başlanmıştır. Burada esas sorgulanan egemenlik ve entegrasyon arasındaki ilişkidir. Önümüzdeki süreçte Avrasyacılık düşüncesinin salt ekonomik zeminden taşınması ve geçmişte onu meydana getiren kimlikler ve ayrışan halklar bağlamında irdelenmesi kaçınılmazdır.

Yazarın Diğer Yazıları