Başyazarın son saatleri

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979’a yani suikasta kurban gittiği güne Ankara’da başlamış, Başbakan Bülent Ecevit ile Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’le konuşmuştu. Bu konuşmaları yaparken amacı gazeteciliğin yanı sıra Türkiye’deki anarşi ortamının sona ermesi için iki lideri güçlü bir koalisyon hükûmeti çatısı altında birleşmeye ikna etmekti.

İpekçi saat 16.30 uçağı ile İstanbul’a dönmek üzere Esenboğa Havaalanı’na gitti.

...

Bundan sonrasını Gazeteci Ümran Avcı’nın “Kum Saati” kitabından özetleyerek anlatalım:

“Esenboğa Havaalanı Terminalinde işadamı Sakıp Sabancı’yla karşılaştı. Sabancı zayıflamış buldu İpekçi’yi. ‘Bu yaştan sonra kendimize bakıyoruz, ne yapalım’ diye karşılık verdi İpekçi.

Gülüştüler.

Sabancı sözü gazeteye getirerek, ‘Abdi Bey, Milliyet satılıyormuş galiba?’ diye sordu.

İpekçi’nin yanıtı esprili oldu:

‘Evet, tüm bayilerde 25 kuruşa satılıyor.’

Terminalde kahkahalar yükseliyordu.

Vakit yaklaşmıştı artık. İstanbul yolcularını uçağa çağıran anonsla birlikte, Sakıp Sabancı, İpekçi’nin omzuna vurup, ‘Hadi gidelim gardaşım’ dedi.

İpekçi adım adım ölüme gidiyordu.

Saat 16.40’da İstanbul’a havalanan THY uçağına yetişmiş, koltuğuna oturmuştu. Sabancı’yla yaptıkları sohbetin ana başlığı ekonomi ve işsizlikti.

İpekçi, Sabancı’nın işsizlik için getirdiği önerileri yazmak istiyordu. Kamuoyunun bilgisine sunmak için Sabancı’nın izni olup olmadığını sordu. ‘Yaz gardaşım yaz!’ dedi Sabancı. ‘Zaten size, basına çok büyük görev düşüyor. Bunları hükûmete anlatın. Çünkü Ecevit, işçi-işveren anlaşmazlıklarını çözmek için Demirel’den daha şanslı. Eğer hükûmet bunu iyi anlatabilirse başarılı olabilir.’

Uçak İstanbul semalarına yaklaşırken İpekçi de yaşamının sonlarına yaklaşıyordu. Yaşayacağı korkunç sondan habersiz Sabancı’ya yeniden bir araya gelip aynı konuyu konuşmayı ve yayımlamayı önerdi.

Sabancı teklifi memnuniyetle karşıladı.”

...

İstanbul da Ankara kadar soğuktu.

İpekçi kendisini havaalanında karşılayan araca binerek gazeteye geldi.

Bundan sonrasını yine “Kum Saati” kitabından nakledelim:

“Önce Turhan Aytul’u ardından da Sami Kohen’i çağırdı odasına.

Türkiye ve dünya gündemi üzerine bir değerlendirme yaptılar.

Sami Kohen, Humeyni’nin o gün İran’a döndüğünü hatırlattı, ‘Ben genel bir yorum yazdım. Sen belki Türkiye açısından ele alabilirsin’ dedi.

‘Evet Sami çok önemli bir konu’ yanıtını verdi İpekçi.

‘İran’da beklenenler’ başlıklı yazısını yazdı. Bu İpekçi’nin imzasını attığı son yazısıydı.

Sami Kohen’in ardından Hasan Pulur’a seslendi. Hazırlanmakta olan kaçakçılık dosyasıyla ilgili gelişmeleri sordu.

Gazetedeki işlerini tamamladıktan sonra eşini aradı.

Bu, çok sevdiği eşi Sibel İpekçi’yle yapacağı son konuşma olacaktı.

Sibel İpekçi anlatıyor:

‘Beni aradığında saat 19.00-19.30 arasıydı. Telefon ettiğinde Leyla Umar vardı evde. Oturuyorduk. ‘Karnım çok aç, ne yemek var?’ diye sordu.’

Abdi İpekçi’nin en sevdiği yemek vardı o gün evde. Domatesli pilav. Eşi, çok sevdiğini bildiğinden özellikle yapmıştı pilavı.

Söz yine Sibel İpekçi’de:

‘Yemekte domatesli pilav olduğunu öğrenince ‘Hay Allah!’ dedi. Ercüment’e gitmemiz gerekiyor bu akşam. Önemli bir şey konuşacağız. Ben gelene kadar sen hazırlanırsın.’

Sibel İpekçi üstünü değiştirirken duydu silah sesini. Pencereye koştu hemen. Köşedeki elektrik direğine baktı, İpekçi’nin gelmesi gereken güzergâha. Elektriği yanmıyordu direğin. Ve bir araba farı yanıyordu direğe yaslanan.

‘Bizim araba’ diye çığlık attı Sibel İpekçi. Telaşla dışarı attı kendini.

Abdi İpekçi’nin soluğu durmuştu artık, karısı ise soluksuz koşuyordu otomobile doğru. Peşinden de Leyla Umar…”

Yazarın Diğer Yazıları