Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Coşkun ÇOKYİĞİT

Coşkun ÇOKYİĞİT

Bayramlar Bayram Ola

Bayramlar Bayram Ola

Bayram ne zaman diyerek takvime bakarken, aklıma “bayram” ve bayrak” kelimelerinin Türkçe olup olmadığına dair yaptığım bir tartışma geldi. Cemaatçi gelenekten yetişmiş ve o zaman el an hâlâ kendi cemaatinden olmayanı “tekfir” edecek kadar “sofu” arkadaş, bayram kelimesinin Farsça olduğunu iddia ederdi. Göçebe olan Türklerin bayram adını kullanacak dini etkinlikleri olmadığı için Müslüman olduktan sonra “ezan”, “namaz” kelimeleri gibi bayram kelimesini de devşirdiğini iddia ederdi. İddiasına dayanak olarak tuttuğu “göçebe olan Türklerin” ötekileştirme vurgulu sözleri onun “etnik takıntılı” bir T.C. vatandaşı olduğuna işaret eder!

Bayrak kelimesinin “batrak” yani batan şey, yani “mızrak”tan türeyişi lügatler geçtiği halde bayram kelimesinin etimolojisi hakkında yazılı örnekleri bulunmayan bazı Pehlevice, Partça ve Sanskritçe kelimelere dayanarak yürütülen “iştikak” denmeleri ise bana hiçbir zaman inandırıcı gelmedi.

Sonuçta şu kısacık yazı alanımda sizleri etimolojik tahminlere -ki çoğu zaman son derece yanlış, hatta fos tahminler olabilir bunlar- boğarak canınızı sıkmak veya komik olmak duruma düşmeyeyim de bayramı ne zaman idrak ettiğimi anlatayım.

***

Aklımda kalan ilk kurban bayramı dut ağaçlarının tomurcuklanıp yapraklandığı sıraydı. Nisan olmalı. Çünkü ağaca tırmanıp kurbanlık hayvana taze yaprak yolduğumuzu hatırlıyorum. 1960’lı yıllardı. Daha ilkokula gitmiyordum. Mahalle mektebine Adile Hoca’nın dizinin dibine oturur, Kur’an-ı Kerim cüzlerini kıraat eder, ezberlerdik. Ben diğer çocuklardan farklı olarak validemin gayreti ile eski Türkçe harfli ilmihal kitabını okumayı sökmüştüm. İlkokula gitmeme iki veya üç sene vardı.

Bayramdan bir iki ay önce alınan kurbanlıklar her evde çocukların neşesi olurdu. Zaten mahallemizdeki abilerin “Bobi”, “Kılark” gibi adlar taktığı sokak köpekleri her vakit en iyi oyun arkadaşlarımızdı. Biz koşup oynadıkça onlar da peşimizden koşarlar, boyunlarına sarıldıkça bütün yorgunluklarını unutarak yeni hamleler yapar ve koşuyu devam ettirirlerdi.

Dünyanın en masum ve en neşeli oyununa Kurban Bayramı yaklaştıkça keçiler, eğer kuyrukları küçükse koyunlar da dâhil olurdu. Babalarımız işe gittiğinde beslenip semirmesi için ahıra veya bahçeye bağlanan kurbanlıklar sokağa salınırdı. Yaygara kopardı. Çocuk çığlıkları, köpek havlamaları, keçi koyun melemeleri…

Her mahallenin bir “ablası” olduğu malumdur. Bu bazen “Fahriye Abla” olur bir şairin muhayyilesinden süzülerek şiirleşir, tarihe geçer ya da cazgır bir abla suretinde tezahür eder, keyfinizi tarihe gömer. Bizim şansımıza bir “Fahriye Abla” değil cazgır bir abla düşmüştü. Onun asma çardaklı, hanımelili balkonuna çıkıp yeri göğü inlettiği dakikaya kadar bu şahane koşturmaca devam ederdi.

Bayram yaklaştıkça yemine sürekli arpa katılan kurbanlıklar, bütün o koşuşturmalara rağmen semirir, tüyleri parlar, zapt edilmesi gittikçe güçleşen söz dinlemez arkadaşlara dönüşürdü. Hatta öyle ki, bazıları boynuna bağlanan ipe bütün çocuklar asılmasına rağmen yenemediğimiz güreşçilere dönüşürdü.

Özeti mi? Çocukluğumun Maraş’ı 30-40 bin nüfuslu, üretimi tarıma dayalı, şehir isimli elektriksiz bir kasabaydı. Gaz yağı bulabilirsek “idare lâmbası” ile aydınlanır, “gaz ocağı”nda yemek pişirir, mahallenin ineklerini “nahıra” gönderir, avlularda tavuklar besler, bağdan bahçeden gelen meyveleri yer, bayramlarda bol bol keçi kurban eder mutlu olduğumuzu farz ederdik!

El-Hak mutluyduk da…

“Maraş merkezli” olduğuna hâlâ bir türlü akıl erdiremediğim büyük depremi yaşayan bütün depremzedelerin Kurban Bayramını tebrik eder, Tanrı Teâlâ’nın hepimizi başka felaketlere kurban olmaktan esirgemesini dilerim.

GÜNÜN ŞİİRİ

Bayram Yemeği

Korkarım felekte bir gün

Bir bayram yemeğinde.

Anam, babam gibi kardeşlerim de,

En güzel dalgınlığında ömrün.

Beni gurbette sanıp

Keşke gelseydi bu bayram

Diyecekler.

Ve birdenbire yürekler,

Aynı acıyla yanıp

Hepsinin gözleri yaşaracak.

Öldüğümü hatırlayarak.

Cahit Sıtkı Tarancı

Yazarın Diğer Yazıları