Bir de alkış mı bekliyorsunuz!

Bir de alkış mı bekliyorsunuz!

Yollar ceset dolu…

Burası ceset kokuyor…

*

Biz bu cümleleri, Hocalı''da duymuştuk.

Yabancı gazeteciler bölgeye gittiklerinde gördükleri ceset dağı karşısında yaşadıkları dehşeti ifade edecek sözcük bulmakta zorlanmış; Ermeni askerler, hatıratlarında, rüzgarın gücünün uzun bir süre ceset kokusunu uçurmaya yetmediğini gururla(!) anlatmışlardı.

*

Şimdi Kahramanmaraş, Malatya, Hatay, Adıyaman, Osmaniye, Adana, Diyarbakır''da mumla aradığımız Kızılay, neredeyse 20 yıl önce "ev ve işyerlerinin yerle bir olduğu, su verilemeyen, elektrik ve telefon hatlarının kesik olduğu" Felluce''ye yardıma koştuğunda, günlerce kaldırılamamış enkazın altında kokmuş cesetlerle karşılaşmıştı. Sokaklarda kalan cesetleri ise köpekler parçalıyordu.

*

Vietnam''ın My Lai köyünün artık 45 yıllık olan fotoğrafları belgelemişti geçmişte benzeri manzarayı; bebekler, çocuklar, kadınlar ölü halde yerlerde yatıyorlardı.

*

En son Ukrayna''dan, Bucha''dan yansıdı; sokaklar adeta ceset tarlasıydı.

*

Neye maruz kaldığımızı artık lütfen "anlayalım" diye hatırlatmak durumunda kaldığım bu olaylardan biri "soykırım"dı.

İkisi çok ağır kimyasal silahların, Napalm bombalarının kullanıldığı ve "soykırım girişimi" de sayılabilecek "işgal"lerin sonuçlarıydı.

Sonuncusunda bir sıcak savaş/çatışma durumu vardı; dehşet tablosu, taraf ordulardan birinin "çekildiği" yerde ardında bıraktıklarıydı.

*

Birkaç yıl önce Ege depremi bir tek İzmir''i yıkıcı şekilde vurduğunda dahi, sadece birkaç binadaki arama-kurtarma, enkaz kaldırma işlemi 70 saati geçmişti. Binlerce, onbinlerce binadan söz ediliyor şimdi.

Bir değil 10 il; yarısından fazlası büyükşehir; bazıları neredeyse haritan silindi.

Çok ama çok büyük bir coğrafya.

Zorlu bir coğrafya.

Mevsimden dolayı zorluğu katmerlenmiş bir coğrafya.

Kimi ülkelerden büyük bir nüfus.

*

AFAD''ın her bir kadrosu tepeden tırnağa liyakat da olsa, yemeden, içmeden, uyumadan üstünü başını da parçalasa -ki parçalamıyor da değil aslında- yine de yetemez, yetişemezdi.

Dolayısıyla sorun "AFAD''ın yetersizli" sorunu değil; iktidarın aramayı, kurtarmayı, yardımlaşmayı bile bir "siyasi skor" endişesiyle elemeye teşne zihniyeti.

*

İlk gün durumla yüzleşemeyenler yüzünden giderek artan, ağırlaşan bir hasar/faturayla yüzleşmek durumundayız bundan sonra.

Doğru bulduğumdan değil ama istendiğinde her şeyin pekala resmi gazetede yayınlanan bir satırlık bir kararla  kitabına uydurulabildiği, uysa da uymasa da "hallolabildiği" ülkemde; TSK''yı sınırlandıran ne kdar prosedür varsa yırtılıp atılsa, belediyeler, gönüllüleri, üniversiteleri sürece dahil etmeyi yokuşa süren mevzuat hazretleri şöyle en okkalısından bir tokatla kendine getirilebilmiş olsa…

Misal iller AFAD ile belediyelerden gelen uzman ekipler ve madenciler ve yine eğitimli uzman gönüllüler arasında paylaştırılmış olsa…

AFAD da "herşeyi yapmaya çalışırken hiçbir şey yapamıyor" hale düşmez; gidişat da böyle seyretmeyebilirdi.

*

Çok basit, kendi tanık olduğumuz bir örnek:

Hatay''da, yakın bir dostumuzun kardeşinin oturduğu ev de yıkıldı; ilk depremde. Ailesi haberi alır almaz Aksaray''dan kalktı Hatay''a gitti. Vatandaşların el yordamıyla kurtardığı kızlarını aldı ve Aksaray''a geri getirdi.

"Ulaşılamıyor"lara rağmen…

"Yollar kapalı"lara rağmen…

Demem o ki; hiçbir şey imkansız değildi; imkan meselesiydi.

Lakin, birçok imkana işe yaraması imkanı verilmedi, verilemedi.

*

Bölgeye giden hemen herkesin ağız birliği etmişçesine ilk tepkisi;

Hiçbir şey göründüğü gibi değil…

Bildiğiniz gibi değil…

Görmedik, bilemeyiz belki ama iktidar da muhalefetin özellikle bizim alanımızdaki kimi unsurları da şartlanmışlıklarından kurtulabilmiş olsa, tam da "düşündüğümüz gibi" olabilir; durumu idrakımız bu denli farklılaşmayabilirdi.

Bakıyorum, hâlâ "Tamam yardım ulaşmıyor da valilik nerede, belediye nerede" diyebilenler var ekranlarda;

Yok arkadaşım!

Valilik yok.

Kaymakamlık yok.

Belediye yok.

Jandarma Komutanlığı yok.

Emniyet yok.

Hastane yok.

"Nerede" diye hesap sormaya kalkışılan ne varsa yok; çoğu yerde onlar da depremzede, onlar da yardıma muhtaç halde!

Dolayısıyla, ne yapılırsa "dışarıdan gelenler" eliyle ve "getirebildikleri sayesinde" yapılabileceğinden/yapılabildiğinden zaten "dışarıdan" gelenin, iletişimin bile olmadığı bir ortamda bir onay silsilesiyle iğdiş edilmesine olan öfke!

*

Artık, mucizelerden medet umduğumuz saatlerdeyiz…

Ne olur, durun artık.

Siyasi korkularınızı mı dizginliyorsunuz…

Hiç dostane olmadığı aşikar duygularınızı mı bastırıyorsunuz…

Kavgalarınızı mı erteliyorsunuz…

Durun.

Kaybedilecekler büyük oranda kaybedildi; ambulans sokamadığınız sokaklar cenaze arabalarıyla dolu… Cesetler kaldırımlarda; günlerdir!

İnsan canı ve malı namına kaybedecek hiçbir şey kalmadı;

Ayıptır…

Günahtır…

Yazıktır…

Salın artık insanları.

Tehdit etmek yerine yardımlaşma, dayanışma, acıda ortaklaşma fırsatı verin.

*

Ne demek böyle bir günde, iklimde eleştiriye tahammül edememek; itirazı, hesabı sorulmak üzere kaydetmek?

Ölüyor insanlar; enkaz altında aldıkları yaralardan ölüyor, donarak ölüyor, açlıktan susuzluktan ölüyor; gözümüzün önünde.

Babasının, annesinin gözü önünde son nefesini veren çocuklar var.

Annesi babasının sesi dakika dakika kısılan ve duyulmaz hale gelen evlatlar…

Bunlara tanıklık eden göz pınarları kurumuş koca bir ülke…

Anlamıyorum ki "provokatör" sayılmamak için ne demeleri, ne dememiz gerekiyor?

"Karımız, kızımız, anamız, babamız, bebemiz, dedemiz, ninemiz can çekişe çekişe, inleye inleye öldü ama şükür ki reisimiz var" mı?

İyi de biz bazıları gibi yağa bulanmadık ki?

Kokmayalım diye, 40''ımızın çıktığı gibi tuza bular ailelerimiz bizi!

Yazarın Diğer Yazıları