Bir ülkünün öyküsü: Bahri Zorlu

 

 

 

 

 

 

İnsanın babasını yazması gerçekten çok zor... Hele bahsedilen kişi duygu ve düşünce dünyanızın temeli, hayallerinizin mimarı olunca bir şeyler söylemek daha da zorlaşıyor... Arslan Tekin ve Yavuz Selim Demirağ ağabeylerim Bahri Zorlu’yu yakından tanıyan kişiler olarak vefalarını konuşturdular. Kendilerine teşekkür ediyorum. Yazıları binlerce insan tarafından okundu ve çerçevelenerek duvarlara asıldı.
Ve Bahri Zorlu’nun Hakk’a yürüyüşü bir gerçekle yüzleşmemizi de sağladı. Makam, mevki telaşına düşmeden, koltuk hırsına kapılmadan, önce vatan ve millet sevdası ile hareket eden nice ülkü devlerini hatırladık. Zira Ülkücü-Milliyetçi Hareketin bugünlere taşınmasında büyük emeği geçen ve belki de bu hareketin gerçek sahipleri diyebileceğimiz yüzlerce, binlerce vatan evladının şanlı mücadelesinin yeterince bilinmediği ortadadır. Çünkü onları şatafatlı toplantılarda, “vitrin” denilen geçici rüyaların arasında göremezsiniz... Onlar asıl bilmediğiniz, görmediğiniz anlarda Hacı emminin evinde, Yerköylü Fadime’nin köyündedir. Onlar ikili oynamazlar... Kimseyi sırtından vurmaz; arkasından dolanmazlar... Vefa ve dostluğun ifası için servetlerini, mevkilerini hiçe sayarlar... Onlar yüzdelik hesaplamalarda, menfaat yoldaşlığında, aday sıralamalarının dayattığı dolambaçlı yollarda görülmezler... Onlar Türk Milliyetçiliğinin gerçek kahramanlarıdır.
İşte bu kutlu yolda yürüyen ülkü devlerinden sadece birisiydi babam Bahri Zorlu... Siyaset arenasının hastalıklı özellikleri olan riya, yalan-dolan, dedikodu, fitne-fesat... Hayatım boyunca bir an olsun onda görmediğim özelliklerdi. Ülküdaşları ve dostları için fedakârlığının ölçüsü yoktu. “Yiğidin harman olduğu yer” neresi diye sorsalar babamın doğduğu yer derdim. Bir topluluğun arasına girdiğinde onu fark etmemek mümkün değildi. Önce fakir-fukaranın yanına gider, halini hatırını sorardı. Kimin nerede bir cenazesi, toyu var ise mutlaka orada olurdu. Bize her zaman iyiliği, dürüstlüğü, devlet malına sahip çıkmayı, haksızlığa karşı durmayı ve adil olmayı öğütlerdi. Belediye Başkanlığını tamamladığında kimsenin “yapamaz” dediğini yapmış ve Belediyenin tüm borçlarını temizlemişti. Ancak vefat ettiğinde kendisine ait bir evi yoktu.
Hiç unutamam... Başbuğ Türkeş, Yozgat’a geleceği zaman ilk olarak babamı arar ve beni de yanında getirmesini söylerdi. Türkeş’in bize olan ilgisi aslında ülküdaşlarına olan sevgisiydi. 1991 seçimlerinde merhum Alparslan Türkeş’in yanına gittiğimizde Başbuğ, “Bahri oğlum sıra sende; benden ne istersen söyle” demişti. Babamın cevabı ise “Başbuğum, benden önce hizmetleri olan yaşça büyük ağabeylerim var. Onlar varken bir şey isteyemem” şeklinde olmuştu. Bu yaklaşım Ülkücü-Milliyetçi Hareketin hiçbir camiada görülmeyen ve dünyaya kafa tutabilmesini sağlayan özelliklerinden birisiydi.
Bu kez 15 yaşımdaydım. Babamın avukatlık yaptığı bürodaydım. Acil bir faks ulaştırdılar. Yazıda ilgili bakanın imzasıyla Bahri Zorlu’nun Türkiye’nin en büyük devlet üretim şirketlerinden birisine Başkan Yardımcısı olarak atandığı yazıyordu. Kendisi büroya geldiğinde gösterdim. Kağıdı aldı ve yırtarak çöpe attı. İlgili bakanı da arayarak hiçbir şeyin onu davasından geri döndüremeyeceğini ve böyle bir şeyle bir daha karşılaşmak istemediğini ifade etti. Yine şahit olduğum başka bir olay da şu an devletin en tepesindeki 3-5 kişiden birisinin babama teklif ettiği kontenjan milletvekilliği ve ardından gelecek olan bakanlık teklifi idi. Babam bugünün siyaset bezirganlarının iştahını kabartacak böylesi bir teklifi de elinin tersiyle itivermişti.
Çünkü o hiçbir zaman geçici heveslerin peşinden koşmadı. Beklediği tek şey her zaman şiar edindiği “vefa”nın hakim olmasıydı. Özellikle son dönemde hiç ummadığı kişi ve makamlardan vefasızlık ve haksızlık gördü. Yine de bir an olsun davasından vazgeçmedi. İnandığı gibi,  onurlu ve dimdik yaşadı... Vefatı da yaşamı gibi kimseye ve hiçbir şeye minnet etmeden oldu.
İnancım odur ki şimdi Başbuğumuza komşu oldu. Cenazesinde Kızılay Meydanı’nı titrettiği Dursun Önkuzu’nun ve ülkü yolunda son nefesini vermiş kahramanların yoldaşı...
Ve artık onun mücadelesi bizim mücadelemizdir. Onurlu geçmişiyle kucaklaşmak, vefasızlık ve ihanetlerle yüzleşmek, hesaplaşmak boynumuzun borcudur.
Sen rahat uyu Yiğit Babam... Bir öldük ama bin dirilmeye hazırız. Mekanın Cennet Olsun...

Yazarın Diğer Yazıları