Bozkırın ortasında bir mucize

Dış yurtlardaki izlenimlerimiz kadim Türkistan şehrinin ardından akşam saatlerinde vardığımız Astana kalası ile devam ediyor. Astana Kazakistan Türkçesinde “başkent” anlamına geliyor. Başkentin inşa sürecine bakıldığında Türkiye’nin Astana’sı olan Ankara ile benzer yönleri var. Biz de şehirdeki yenilikleri kavrayabilmek için sabah erkenden kalkıp önce Türkiye’nin Astana Büyükelçisi Ömer Burhan Tüzel’i ziyaret ettik. Büyükelçi Tüzel’in kısa bir süre önce atanmasına rağmen Kazakistan’ı ve bölge ekonomisini çok iyi analiz ettiği anlaşılıyordu. Türkiye’den gelmek isteyen yatırımcılara tavsiyesi, mümkünse orada olmayan ve özgün sayılabilecek sektör ve konuları tespit etmeleri yönündeydi. Büyükelçi ile sohbetimizin ardından Yunus Emre Kültür Merkezi’ne geçtik. Genç uzmanların çalıştığı merkezde gerçekten sıcak ve samimi bir ortam vardı. Heyetimize mini bir konser hazırlayan merkez yetkilileri Neşet Ertaş’ın “Doyulur mu” parçasını bir Kazak sanatçının yorumuyla sundular.
Resmi görüşmelerin ardından şehri dolaşmaya başladık. Heyetimizdeki tüm üyelerin ortak görüşü “böyle bir şehir beklemiyorduk” şeklindeydi. Zira modern ve geleneksel anlayışın bir araya geldiği bu şehirde bozkırın ortasında olduğunuza inanmanız mümkün değil. Esil nehrinin ikiye böldüğü Astana kalasında Akorda (başkanlık) sarayı ile modern binaların olduğu tarafa Yeni Şehir adı veriliyor. Nehirde Kazak şarkıları eşliğinde tekne turu yaparken binaların ön kısmında Atatürk anıtı fark ediliyor. 2009 yılında bizzat Nazarbayev tarafından açılan anıt Kazakistan devletinin dostluğunun bir göstergesi.
Genel olarak şehirde kusursuz bir trafik göze çarpıyor. Kırmızı ışıkta hiçbir araç geçmediği gibi, yaya geçidine herhangi birisi yaklaştığında tüm araçlar duruveriyor. Biz de bunu denemek istediğimizde bir arkadaşımız ısrarla geçmek istemiyor ve şöyle diyor; “Burada Türkiye’den çok kişi yaşıyor, ya onlardan birisi geçerse ne yapacağım...”
Bununla birlikte şehirde görülmeye değer çeşitli binalar, geniş caddeler, dev bir akvaryum, kardeşlik piramidi, belki de Avrasya’nın en modern opera binası ve daha nice yapıtlar bulunuyor. Ancak ikisi çok önemli. Bunlardan birisi Bayterek kulesi... 105 metre yüksekliğindeki Bayterek bir efsaneden yola çıkılarak inşa edilmiş. Anlatıldığına göre uzun ömürlülüğün ve bilgeliğin simgesi olan Bayterek ağacına her yıl Samuruk adlı bir kartal altın yumurta bırakır ancak bir yılan gelip yutarmış. Kulenin tepesinde bu olayı sembolize eden figür ve 93. metrede panoramik bir salon bulunuyor. Yeni evlenen çiftlerin mutlaka uğrayıp resim çektirdiği kule, turistler tarafından da ilgi görüyor.
Diğeri ise daha temel aşamasında görme fırsatı bulduğumuz Han Çadır... Türk şirketlerince yapılan ve dünyanın en büyük şeffaf çadırı olan Han Çadır 150 metre yükseklikte ve içerisinde golf sahası, ırmak, alışveriş ve eğlence merkezleri barındırıyor. Maldivlerden getirilen kum ve deniz suyu ile oluşturulan bölüm ise kışın -40 derecede tropikal bir iklim sunuyor. Burayı tercih etmeyen Kazakların önemli bir kısmı Antalya’ya geliyor.
Ne yazık ki güzel şeylerin de bir sonu var... Akşam saatleri yaklaştığında İstanbul’a hareket etmek üzere havalimanına yol alıyoruz. Ancak merak buyurmayınız, Dış yurtlarda olmaya devam edeceğiz...

Yazarın Diğer Yazıları