Canımız kime emanet!

İki olayı hatırlatacak ve sizleri vicdanlarınızla baş başa bırakacağız. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü üzerinden beş yıl geçti.
* Kaza sonrası helikopter aranırken, o anda bölgede kar ve tipi var denildi. Meğer yokmuş.
* Helikopterde bulunan gazeteci İsmail Güneş, BBP Genel Merkezi’ni arıyor. 155-156 çağrı merkezlerine telefon açıyor, saatlerce nerede, nasıl düştüklerini gayet düzgün cümlelerle anlatıyor. Ölümünden sonra yapılan otopsiden anlaşılıyor ki çenesinde kırık var. Doktorlara göre kırık çene ile böyle düzgün konuşulamaz, çene sonradan kırılmış. Çeneyi kim kırdı?
* Gazeteci Güneş, enkazdan 600 metre kadar uzakta bulundu. Oraya kadar helikopterden çıkardığı koltukla kayarak uzaklaştığı söylendi. Oysa karlar üzerinde kayan koltuk izi yoktu. Yani koltuk oraya sonradan getirilmişti. O koltuğu oraya kim getirdi?
* Helikopter, helikopterin düştüğü yeri gören köylülerin ısrarlı yön göstermelerine rağmen tam tersi istikamette arandı, niye?
Tam bir yılan hikâyesi...
Gelelim bir başka ölümün bir başka yılan hikâyesine. 
31 Mayıs 2011’de Recep Tayyip Erdoğan Hopa’da miting yaptı fakat halk kendisini hiç de hoş karşılamadı. Hoş karşılamayanlardan biri de emekli Öğretmen Metin Lokumcu idi.
Polis, protestoculara karşı plastik mermi ve kimyasal gaz kullandı. Öğretmen Lokumcu kimyasal gaz zehirlenmesinden hayatını kaybetti.  “Bana bu gazı sıkmayın, ben kalp hastasıyım”  diye yalvarması kâr etmemişti.
Adli Tıp Kurumu’nun ilk raporunda Lokumcu’nun biber gazından etkilenerek kalp krizi geçirip öldüğü tutanağa bağlandı. Bu bir ön rapordu. Önemli olan kesin ölüm raporu idi ve elbette o rapor bu ön raporla uyumlu olmalıydı. Öyle olmadı. Kesin ölüm raporu hazırlanırken bir el devreye girdi,  “Lokumcunun vücudunda öldürücü düzeyde kimyasal bulunmadı”  deniliverdi. Değiştirilen rapora göre ölüm nedeni, mevcut kalp hastalığı ve sair sebeplerdi.
İşin peşi bırakılmadı ve Adli Tıp Kurumu tekrar,  “Ölüm nedeni yoğun olarak kullanılan kimyasal gazdır” demek zorunda kaldı.
Evet, Metin Lokumcu 2011’de öldü. Aradan tam üç yıl geçti. 
Biz şimdi 2014’teyiz. Bu konu ile ilgili hâlâ bir dava açılabilmiş değil. Metin Lokumcu’yu tam 400 avukat savunuyor. 3 Savcının 
görev yaptığı Hopa’da soruşturma 4 kez el değiştirmiş. 
Takipçisi bu kadar çok olan bir davada ölüm hadisesinde 3 yılda bunca işler dönmüş hâlâ dava açılamamışsa ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi topluma mal olmuş bir şahsiyet ve beraberindekiler bütün Türkiye’nin gözleri önünde canlı yayında faili meçhul cinayete kurban gitmiş, katilleri ortaya çıkartılmamışsa...
Buna rağmen Türkiye’de Bakanlara rüşvet verdiği mahkeme kararı ile oluşturulan tapelerle yargıya intikal eden deliller yok edilerek aklanıp,  “hayırsever ve iyi insan”  olarak temize çıkartılmış ise...
Burada garip gurabanın hukukundan, burada kimsesizin kimsesiyiz palavralarından, burada Dicle kenarında kurdun kaptığı kuzunun hesabını sormaktan bahsetmek dünyevî ve uhrevî cümle hakikatle dalga geçmek değildir de nedir?
Canımız ve her türlü değerimiz, söyleyin, 
kime emanet? 

Yazarın Diğer Yazıları