Cenevre’ye doğru

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon New York zirvesinde, iki tarafın önünde yaptığı açıklamada “Kıbrıs Halkından” bahsetti. Durum gereği, nezaket gösterildi; Kendisine orada “yanılıyorsunuz, Kıbrıs’ta tek halk  yoktur, iki eşit egemen halk vardır; 2004’deki iki ayrı referandum da bunun kanıtıdır” denmedi, sonradan  yazı ile bu konuda bir ikaz yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Ancak Cenevre toplantısı gerçekleri vurgulamak için yeni bir fırsat yaratmaktadır. Genel Sekreter Kıbrıs meselesinin esasları hakkında aydınlatılmalıdır. En önemli konu bir Kıbrıs milletinin var olmadığı, iki  milletin var olduğudur. Kıbrıs meselesinin Türk-Yunan dengesini bozmayacak bir şekilde halledilmesi gereğidir. “Kıbrıs Kıbrıslılarındır, meseleyi onlar halletsin”  Kıbrıslılık deyiminin, “Kıbrıs’ta Elenler” anlamına geldiğini savunan ve halâ adanın Yunan olduğunu  savunan Rum tarafına yaradığı kabul edilmelidir. Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Yunanlılar (Ellino Kipriyo’lular) yaşamaktadır. Bunları aynı kefeye koyarak, “Kıbrıslılar” deyip işin içinden çıkılamaz.
Hristofyas, “dört hürriyet konusunda anlaştık” diyor. Yani kısacası, “AB vatandaşları olarak, her Kıbrıs vatandaşı ve Yunanistan’dan da gelecek kişiler” adanın her yerinde ikamet edebilecek, toprak alabilecek! Öyle mi? Türkiye de uzaktan bakacak, adaya vize ile gelecek! Var mı böyle anlaşma? Varsa  bile, böyle bir anlaşma Sayın Eroğlu’nu bağlayabilir mi? Ancak böyle bir anlaşmanın var olup olmadığını Sayın Talat’ın açıklaması gerekmez mi?
Kıbrıs’ın, bir tüm olarak AB üyesi olduğunu Sayın Eroğlu kabul ediyor mu? Kıbrıs Türk halkının “olur” u alınmadan Kuzey Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin toprağı ve onun halkı AB üyesi yapılabilir mi? AB’nin bize,  “hükümet” empoze etmek, “Rum idaresi sizi de temsil ediyor” demek hakkı Evrensel İnsan Hakları Anlaşmasına aykırı bir insanlık suçu değil midir?
Kıbrıs Türk tarafı ve toprağı Türkiye AB’ye tam üye olmadan AB üyesi olamaz. Aksi halde, 1960’daki garanti sistemini ortadan kaldırmak için uğraşan Rum-Yunan ikilisinin istediğine gelmiş oluruz. Sayın Eroğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin henüz AB üyesi olmadığının ve 1960 antlaşmaları uyarınca, Türkiye tam üye yapılmadıkça da üye olmayacağını en açık bir şekilde vurgulamalıdır. Unutmayalım Hristofyas “Çabam Türk askerini adadan çıkarmak ve Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’nin irtibatını kesmektir” demiştir. İrtibatın kesilmesi bizim de, Türkiye AB üyesi olmadan, Rumlarla birlikte AB kayığına atlamakla mümkün olacaktır. Böylelikle Türk-Yunan dengesi Yunanistan’ın lehine bozulacaktır. Bu nedenle Türkiye AB üyesi olmadan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti AB üyeliğine girmemelidir. Türkiye de AB üyesi olunca, garanti sistemi, AB üyesi Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs arasında ele alınır; bu kez, kimse Türkiye’ye “Sen AB üyesi değilsin, AB üyesi olan Kıbrıs’ta asker bulunduramazsın” diyemez. AB üyesi Kıbrıs’ta da Kıbrıs Türklerinin, Anavatan Türkiye’nin fiili ve etkin garantisine ihtiyacı devam edecektir. Böyle bir durumda, AB üyesi Türkiye ile Yunanistan, AB üyesi Kıbrıs’ta, tarafların tesbit edecekleri sayıda asker bulundurabileceklerdir. Garantisiz bir uzlaşmanın ömrü çok az olacaktır. Rum’u, Yunan’ı bilen, 1955-58’leri, 1963-1974’leri yaşamış olan herkes bu kadarını teslim etmekte ve kalıcı bir anlaşmanın iki egemen devletin ortaklığı ile mümkün olabileceğine inanmaktadır.
Hristofyas’ın “biz Talat’la anlaştık adada tek bir asker kalmayacaktır” sözü ile “dört hürriyet konusunda anlaşma olmuştur” sözü her halde Sayın Eroğlu’nu ve o’nun temsil ettiği Kıbrıs Türk halkını bağlayamaz. Türkiye AB üyesi olmadan ve sağlam derogasyonlar temin edilmeden AB üyeliği bizim için büyük bir Bizans tuzağıdır.

Yazarın Diğer Yazıları