Devlet hiç bu kadar küçülmemişti

Firavun'un zulmünden yurtlarını terk eden Hz. Musa'nın ümmeti 40 yıl çölde dolaşıp durur. Çünkü kanlarını zehirleyen kölelik virüsü her zor durumda yeniden bünyelerini esir alıyor ve hürriyetin bedelini ödemeye yanaşmıyorlardı. Çoğu, sıkıştıkları zaman işin kolayına kaçıyor, "Düşmanla biz savaşmayız, Sen ve Rabbin gidip savaşın", "Yaratıcı'ya söyle bize yemek göndersin" türü ukalalık yapıyor ve yeniden putlara tapınmaya yöneliyordu. Köle tabiatlarını özgürleştirmeleri için iki neslin geçmesi gerekiyordu. 

Kölelik insanın doğası haline gelince özgüven kalmaz. Bugün Türk Milleti'nin en önemli sorunu da bilinçaltına kazınan "bizden adam olmaz", "hiçbir işi mükemmel yapamayız", "başarı varsa Üst Aklın işidir" şeklindeki yeniden hortlayan zihinsel kölelik hastalığıdır. Sanırım bağırıp çağırarak vatandaşını aşağılayan liderler hâlâ bundan dolayı kabul görmektedir. Örneğin Öcalan, 30 yıldır her fırsatta Kürtleri açıkça aşağılayarak kendi konumunu yüceltir!

Birçok siyasi lider kendisini "ikinci peygamber", "Allah'ın vasıflarını taşıyan (haşa) lider" diyen yalakaları yanında taşır. Kendilerini tanrısallaştıran dalkavukları ödüllendirirken önüne yatmayanlara kul-köle muamelesini reva görür. Kendini toplumun kutsal bildiği din, dava, devlet gibi değerlerle özdeşleştirir. Aslında "Ben yoksam din de yok devlet de" diyecek kadar böbürlenir. "Ben gidersem kaos gelir", "bana yapılan hakaret devlete yapılmıştır", "beni istemeyenler, din düşmanları ve vatan hainleridir"... türü hezeyanlar megalomanlık düzeyini gösterir.

***

Köle karakterler kibirli lidere aşıktır. Köle ve efendi arasına girenler her iki uç tarafından düşman ilan edilir. Bu kısır döngüyü kırmak isteyen herkese bozguncu gözüyle bakılır. İslami ifadesiyle "rab edinmek" eylemi bu durumlar için kullanılır. Rızkını devletin kesesinden bildiği için aklını da devletin cebine koyanlar, Allah'tan başkasını rab edinmiş demektir. Oysa Müslümanlar "kendilerinden olan" yani İslami esaslardan sapmayan "ulü'l emre" itaat etmekle yükümlüdür.

Kahramanlık destanlarıyla avutulan bir toplumun zihnine alçaklık komplesini yerleştirirseniz bir daha kolay kolay iflah olmaz. Dünyanın her köşesinde, dehşet ortamı hazırlayıp korku ve kaygı pompalayarak kitleler sersemleştirilebilir. 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerikan kamuoyunda tüm Müslümanları dikenli tellerin ardına hapsetme konusu tartışılıyordu. Bugün de Batı'da İslam düşmanlığı üzerinden seçim kampanyaları yürütülüyor. Maazallah birkaç bombalı saldırı daha olsa kim bilir neler göreceğiz!  

Bugün Suriye'de seçim yapılsa sandıktan ezici ağırlıkla yine Esad'ın çıkacağından kimsenin şüphesi yok. Demokrasilerin en büyük açığı da budur. Toplumlar algı operasyonları ile rahatça yönlendirilebilir. Ancak bu operasyonların 3-5 yıl gibi bir raf ömrü vardır. Toplumun uyanmaması için üst üste yeni korkular üretilir. Fakat bir yere kadar.

***

Nihayet tünelin sonunda ışık göründü. Korku atmosferi bu kez toplumu terör sarmalı ve hayali düşmanlarla korkutarak terbiye edenleri etkisine aldı. Artık durdukları yer, oturdukları koltuklar sarsılıyor. Konumlarını korumak için bir süre daha gulyabani masalları anlatmaya ve dehşet havasını körüklemeye devam ederler ama bu sadece kendi sonlarını daha da zavallılaştırır.

Devlet ve kendini devlet adamı zannedenler hiç bu kadar kişilik kaybına uğramamıştı. Önce Batılı müttefiklerinin gazıyla Orta Doğu bataklığına saplandılar, sonra terörü dağdan şehre indirdiler. Şimdi kendileri de yıkıldı yıkılacak haldeki enkazın altında kalacaklarını gördüklerinden kokuşan sisteme payanda olmak zorundalar!

Keşke içini boşalttıkları yapının altında sadece kendileri kalsa ve hepsinden topluca kurtulsak. Ne yazık ki millete bulaştırdıkları yalan dolan hastalığı, toplumun zihnine yeniden yükledikleri kölelik saplantıları ve çevreye saldıkları zehirli gazlar hem Türkiye'yi hem de Türk dünyası ve İslam alemini daha uzun zaman yatalak bırakacaktır. Bu kadar küçülme yetmedi mi?

Yazarın Diğer Yazıları