Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN

Ahmet B. ERCİLASUN

Dünyevi ile uhrevi olanı ayırmak

Huzur içinde olmak önemlidir. Kendisinde veya yakın çevresinde ciddi bir hastalık
bulunmayan, maddi sıkıntı içinde olmayan, bir kargaşa ortamı içinde yaşamayan insanların “huzurlu” olması beklenir. Fakat bir de iç huzuru vardır. Buna ruhi bakımdan huzurlu olmak da diyebiliriz. Bazı insanlar bütün olumlu şartlara rağmen bir türlü iç huzuruna kavuşamazlar. İç huzuru olmadığı
için, kumar gibi, içki gibi kötü alışkanlıklara saplananlar da vardır. Bazı insanlar iç huzuru bulmak için birtakım mistik grupların içinde yer alırlar. Özellikle kültür, sanat, tarih, edebiyat gibi sosyal alanlarla
ilgisi bulunmayan, kendi aklına ve iradesine güvenmeyen insanlar, akıllarını ve iradelerini, birtakım manevi özellikler taşıdığına inandıkları kimselere teslim ederler; böylece bir tür iç huzura kavuşurlar. Bu yolla bazı kötü alışkanlıkları bırakan insanlar da vardır. Herhangi bir mistik gruba katılmadığı hâlde kuvvetli bir dinî hayat yaşayarak da huzuru bulan insanlar elbette çoktur.
Ancak insanların iç huzura kavuşması kendi şahıslarını ilgilendiren bir husustur. Ve elbette hiç kimsenin, toplum huzurunu bozmadıkça, bu özel tercihlere karışma hakkı yoktur. İnsanla, inandığı kutsal arasına hiç kimse giremez, girmemelidir. Dinlerde ve mistik oluşumlarda genellikle ahiret, öbür dünya, sonraki hayat kavramları bulunur. Mesela semavi dinlerde cennet-cehennem, Budizm’de başka canlılarda yeniden dünyaya gelmek ve nirvana vardır. İnsanlar cennete gideceklerine, nirvanaya kavuşacaklarına inandıkları için dindar ve mutlu olurlar. Derinlikli tasavvufi anlayışta cennete gitmek yerine Tanrı’ya kavuşmak öne çıkar. Sonuç olarak bütün bunlar öbür dünya/ ahiret kavramlarına bağlı olduğu için uhrevi ile ifade edilebilir. İnsanların uhrevilik anlayışı ve dünyadaki hayatlarını buna göre düzenleme istekleri kendilerini ilgilendirir.

* * *

Topluma düzen vermek, toplumu yönetmek ise dünyevi bir iştir ve bu da siyaset yoluyla yapılır. İnsanlar akıl ve iradelerini kullanarak, bulundukları çevrenin şartlarını düşünerek, dünya tarihinin binlerce yıllık tecrübelerinden yararlanarak toplumları yönetmek ve refaha kavuşturmak için birtakım projeler yaparlar; siyaset yoluyla da bunları uygulamaya koymak isterler. Siyaset, şahısları aşan ve toplumu ilgilendiren bir alandır. İnsanların öbür dünyadaki mutluluğunu değil bu dünyadaki refah, huzur ve mutluluğunu hedef alır; dolayısıyla uhrevi değil dünyevidir. İki kavram alanına tekrar dikkat çekmek istiyorum: fert-uhrevi / toplum-dünyevi. Fert, kendi uhrevi anlayışını ve buna uygun yaşayışını seçmekte serbesttir. Ancak kendi anlayış ve yaşayışını topluma dayatmak, bütün toplumun aynı anlayış ve yaşayış içinde olmasını zorunlu kılmak hakkına sahip değildir. Buna kısaca dini siyasete alet etmek diyoruz. Dini siyasete karıştırmak da diyebiliriz. Aslında dini siyaset için kullanmak, bunu yapanların isteklerinin tam tersi sonuçlar verir. Netice olarak onların da -eğer iddialarında samimi iseler- istedikleri toplumu huzur ve refaha kavuşturmaktır. Ancak aynı dine inanan milyonlarca insan aynı yorumlarda (aynı dinde değil) birleşmediği için “tefrika” ortaya çıkar ve tefrika toplumların huzurunu bozan en önemli olgulardan biridir. Türkiye maalesef bunu yaşıyor. Tefrikadan, birbirinden nefret eden gruplar hâline gelmekten kurtulmanın yolu, dini siyasete alet etmekten, siyaset için dinî motif ve söylemleri kullanmaktan vazgeçmektir. Camide ve cami önlerinde siyaset yapmaktan vazgeçmektir.

Vaaz kürsülerinde söylenmesi gereken
şeyleri siyaset meydanlarında söylemekten
vazgeçmektir. Bu tür tavır ve söylemler, sadece
dinin siyasete alet edilmesi değil, aynı zamanda
kutsal ve yüce bir kavram olan dinin de
ayağa düşürülmesi demektir. Milyonlarca insanın
inandığı, kutsal olarak bildiği bir dini bu
hâle düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Devamlı
dinî motif ve söylemleri kullanan bazı siyasiler
bence siyaseti bırakıp amaçlarına uygun
sivil toplum kurumları içinde çalışmalıdırlar.

Yazarın Diğer Yazıları