Erdoğan'ın cebine koyduğu not ve çöken bir sistem!

Devletler, kendi iç dinamikleri, yönetim şekilleri ve en nihayetinde yetiştirdiği insan gücüyle rakiplerine fark atar; bu rekabettir.

Rekabet "en iyiyi gerçekleştirmeyi" zorunlu kılar; bu başarıdır.

Devlet kadrolarının nitelikli isimlerden oluşturulması, gelir dağılımda adaletli olunması ve liyakate dayalı görevlendirme yapılması son derece önemlidir. Bu adaletli bir devlet modelidir.

Müslüman olduğu iddiasındaki devletlerin birçok noktada bu temel esastan uzak oldukları görülüyor. Kişilere ve kula tapınma yaygınlaşıyor, farkında olunmadan şirk örnekleri veriliyor.

Ne yazık ki bu durum Orta Doğu'nun özellikle son 2 asırlık kaderinde iyice belirginleşti.

Oysa İslam'ın en temel noktası adalettir, adaletli davranmaktır.

Adalet ortadan kalkınca, sistem her noktadan sarsılmaya başlıyor. Bunun en önemli sonuçlarını eğitimde görüyoruz.

Gençlerimiz, günübirlik değişen sınav sistemlerinde kendilerine gelecek arıyor. Ve artık okumak da yeterli olmuyor. Çünkü eğitimcilerle ilgili de sorunlarımız var. Geçtiğimiz günlerde gördük... Bir üniversitenin kurucusu olan ve 7 yıl rektörlüğünü yapan akademisyen "Öcalan samimiydi" diyebiliyor. Bu zihin yapısında yüzlerce isim üniversitelere dolduruldu.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Kasım günü Saray'da eğitimcilere bir yemek verdi. Masada Millî Eğitim Bakanı'ndan YÖK Başkanı'na kadar önemli isimler vardı. Yemekte konuşulan konulara ilişkin servis edilen habere göre; Cumhurbaşkanı Erdoğan, İtalya'nın Montessori sistemi ve Finlandiya'nın eğitim modellerini örnek göstererek, 'Türkiye'nin de bu noktalara ulaşması gerekiyor' ifadelerini kullandı.

Erdoğan'ın temsil ettiği siyasi düşünce ve gelenekte yaygın bir kanaat vardır. O düşünceye göre; "Cumhuriyet rejimi Osmanlı'nın eğitim metotlarını terk ederek büyük bir hata yaptı, sonrasında yasaları, giyimini kuşamını olduğu gibi Batı'dan aldı, taklit etti..."

Ancak bu eleştiriyi yapan düşüncenin, Mustafa Kemal Atatürk'ten daha uzun süre ülke yönetmelerine rağmen, ortaya özgün bir eğitim modeli koyamadığına şahit oluyoruz.

Uluslararası eğitim sıralamalarında bu denli geriye düşmemizin açıklaması ise yapılamıyor!

Dahası seneye liseye, üniversiteye girecek gençlerimiz hangi şartlarda ve hangi sistemle okullara gideceklerini bilmiyor! Çünkü göreve getirilen nitelikli yöneticiler sınırlı, bilinç yok.

Bu durum "niteliksizleşme" sorununu son 10 yılın adı konmamış en önemli meselesi haline getirmiştir. Bu sorunun başlıca nedeni de; biat eden, sorgulamayan, parti kimlikli, yeteneksiz kişilerin kritik görevlere getirilmesidir.

Adaletin ortadan kalktığı, liyakatin tek kişinin değerlendirmesine bırakıldığı bir süreçteyiz.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir istifa bu sıkıntılı zihin yapısının adeta küçük bir resmini bize çiziyor.

Yer, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi...

Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı, rektörlük tarafından görevden alınıyor. Dekan tepkili... Tepkisini de düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna duruyor.

Rektör'e "densiz" bile diyor...

Benim dikkatimi çeken ise Cumhurbaşkanı ile ilgili olan kısım. Görevden alınan Dekan aynen şunları söylüyor:

"Cumhurbaşkanımız son ziyaretinde benimle yakından ilgilendi. Kendisini uğurlamaya gittiğimde benimle çok yakından ilgilendi ve verdiğim notu danışmanına değil kendi cebine koydu. Pazartesi günü rektör beni çağırdı ve istifamı istedi. Ben de 'beni buraya Cumhurbaşkanı gönderdi' dedim, aradan 24 saat geçmeden YÖK yazışması, kurul toplanması ve Dekanlık hatta doktorluktan atılmam yazısı geldi. Tabii bunu Vali, Rektör ve birileri başardı. Adaba uymayan, hukuksuz bir idam gerçekleştirildi."

Görevden alınmanın detaylarına girmeyeceğim, çünkü içeriğine hâkim olmadığım bir konu. Ancak, Dekan'ın savunmasındaki "Cumhurbaşkanı notunu danışmanına vermedi, cebine koydu" demesi ne kadar enteresan değil mi!

Hoca mealen diyor ki; "Eğer verdiği notu cebine koyuyorsa bana itimat ediyor, beni görevden alamazlar."

Aslında görevden alınan akademisyenin sözleri bir Türkiye gerçeğini önümüze koyuyor.

Herhangi bir üniversitedeki en basit görevlendirmede bile, iş dönüp dolaşıp en tepenin onayına gidiyor. Bırakın adaleti, liyakati filan... Pastadan pay alabilmek için yandaşların bile kendi aralarında çatıştıkları bir dönemdeyiz.

Böyle bir sistemde hangi eğitimden, hangi iş gücünden, hangi adaletten, hangi liyakatten bahsedebiliriz!

Yazarın Diğer Yazıları