Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

Ermenilere tazminat meselesi

Geçtiğimiz yıllarda Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden’ın teammülleri bozarak yapmış olduğu konuşmada 1915 yılında Ermeniler’in başlarına gelen olaylar ile ilgili olarak “soykırım” sözcüğünü kullanmış olması Ermenilerin talep ettiği tazminatlar konusunu tekrar gündeme getirmiş ve tartışmaları yeniden alevlendirmişti.

Bakınız soykırım zamanaşımına konu olmayan son derecede ciddi bir suçtur ve böyle bir karar vermek sadece ve sadece hukukun hakkıdır parlamentoların, politikacıların veyahut da tarihçilerin değil!

Ben bu yüzden politikacıların yaptığı böyle açıklamaları tamamı ile boş beleş laflar olarak kabul ediyorum.

Bakınız hukuken bir fiilin soykırım suçunu oluşturabilmesi için ya iddia olunan eylemlerin gerçekleştiği ülke yargısının ya da yargılama yetkisine sahip bulunan Uluslararası Ceza Mahkemeleri ya da Uluslararası Adalet Divanı gibi uluslararası bir yargısal mekanizmanın bu konuda karar vermesi gerekmektedir.

Bahse konu hukuk olunca koşullar da nettir: Soykırım ile suçlanan kişilerin hayatta olması da kovuşturmanın temel şartlarından biridir. Çünkü soykırım suçu gerçek kişilere karşı bir ceza davası açılmasını gerektirir, bu suçtan dolayı ancak bu suça iştirak ettiği iddia edilen kişiler yargılanabilir. Malum ceza davalarında suçun kişiselliği ilkesi geçerlidir ve ancak suça fiilen iştirak eden gerçek kişiler yargılanarak suçlu bulunurlarsa cezalandırılabilirler.

Her ne yaşandığı tartışmaya konu olsa bile 1915 olayları ile ilgili bu yönde hiç bir yargı kararı bulunmamaktadır.

Diğer yandan Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı devleti yenilip, yıkılınca bu konuyu ve savaş suçlarını soruşturmak üzere Malta Mahkemeleri kurulmuştu. Malta Mahkemesi işgal devletleri tarafından kurulan bir savaş mahkemesidir. Günümüzdeki Savaş Suçları Mahkemesi'ne benzemektedir.

18 Ocak 1919 tarihinde Ermeni tezi çerçevesinde savaş suçu işlemek ve Ermeni Soykırımı yapmakla suçlanan 120 kişi Malta Adası'na götürülmüştür.

Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için İngilizler tarafından Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Bununla birlikte tanıklar bile yaşadığı hâlde ne zamanın İstanbul Hükûmeti, ne de Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delil mahkemeye sunulamamıştır.

Bunun üzerine bölgede gözlemcileri bulunan ABD'den suçlamalara dair ellerindeki bilgilerin mahkemeye gönderilmesi istenmiştir. ABD tarafından ise ellerinde bu konunun soykırım olduğunu gösterir hiçbir belge olmadığı bildirilmiştir.

Bu durum üzerine Malta'daki tutuklular, kendilerine herhangi bir suçlama dahi yöneltilemeden soruşturmaya tabi tutulmuş, 29 Temmuz 1921 tarihinde ise, İngiliz Kraliyet Başsavcısı tarafından “delil yetersizliği” sebebiyle haklarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Düşünün bu tarihte Osmanlı’nın başkenti hâlâ İngiliz işgali altındadır yani onlardan bir şey gizlemek ya da birini sorguya çekmelerine engel olmak hiç bir şekilde mümkün değildir.

İşin soykırım iddialarına dair hukuki ana görünümü budur, bu saatten sonra Malta Mahkemelerinin hükmü ortadayken bir soykırım davası açmak ve hukuki olarak böyle bir karar vermek hiçbir şekilde mümkün değildir.

Fakat vatandaşlarımızın önemli bir kısmının da bildiği gibi Ermenilerin asli derdi bir soykırım davası açmak değil, bu söylemi dayanak göstererek tazminat ve toprak elde etmektir.

Peki, böyle bir şey mümkün müdür?

İşin açığı bu talepler Ermeniler tarafından Lozan görüşmeleri sırasında da gündeme getirilmiş, lakin herhangi bir şekilde kabul görmemiştir. Her fırsatta sorumsuzca Lozan’ı tartışmaya açmaya kalkan zevat bunu da bilmelidir.

Bakınız Türkiye açısından Ermeni dosyası önce Gümrü sonra da Lozan anlaşmaları ile tamamen kapanmıştır.

Bugün itibarıyla Ermeni ithamları Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından hukuki ya da mali bir sorun değil, tamamı ile bir prestij, imaj ve itibar sorunudur.

Diğer yandan bu olaylar ile ilgili olarak Osmanlı idaresine yöneltilen suçlamalara temel olan tehcir kanunu ile ilgili gerçekler de şöyledir:

Osmanlı Devleti tarafından çıkarılan sevk ve iskân kanunu savaş bölgelerinde ve cephe gerisi lojistik hatlar etrafında yaşayan ve düşman ile iş birliği yapan Ermenilerin, Osmanlı ülkesinde başka bir bölgeye göç ettirilerek orada iskân ettirilmesini emreder.

Ermenilerin iskân işlerinin adil bir şekilde yapılabilmesi için Dâhiliye Nazırı Talât Paşa, adı geçen müdürlüğün alması gereken tedbirleri şöyle sıralamıştı: Nakli gerekenler, iskân edilecekleri yerlere refah içinde can ve mal güvenlikleri sağlanarak sevk edileceklerdir. Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar, geçimlerini sağlayabilmeleri için kendilerine göçmen ödeneğinden yardım yapılacaktır. Eski mali durumlarına uygun olarak kendilerine arazi ve mal verilecektir. Hükûmet tarafından göçmenler için ev yaptırılacaktır. Çiftçilere tohumluk, zanaat erbabına alet-edevat verilecektir. Terk ettikleri taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine ulaştırılacak, bu mümkün olmadığı takdirde bunların karşılığı para olarak ödenecektir. İşin açığı bu göç ve iskân operasyonu savaş şartlarında olabilecek en adil şekilde gerçekleştirilmiştir.

Daha sonra çıkarılan Emval-i Metruke Kanunu uyarınca da Ermenilerin sahip oldukları mal, mülk, alacak ve borçlar mahkemelerce tasfiye edilmiş bakiyesi kişilerin hesabına emanette tutulmuş ve talep halinde ödenmiştir.

Bu yüzden herhangi bir tazminat talebi de hiçbir şekilde mümkün değildir.

Yazarın Diğer Yazıları