Ev kiralayamayınca trenleri mesken tuttu


Ankaralı gazeteci Niyazi Acun, az maaş aldığından kirada bile evi yoktu.
Gazeteden çıkar, İstanbul ekspresine binip, Eskişehir’de iner, İstanbul’dan gelen trene biner, sabaha kadar uyur, Ankara Garı’nda iki simit alarak gazeteye giderdi...


Bugün gazetecilerin aldıkları maaşlar, 1940 yıllarındaki meslektaşlarıyla kıyaslanacak olursa servet sayılır... O yıllarda en büyük kalem sahibinin maaşı 100 lirayı geçmezdi. 20-30 lira arasındaki en düşük maaşlar bile, gazete sahibi için “büyük para” idi. Sabah çıkan gazete fiyatı 5, öğlenden sonraki gazeteler 3 kuruştu. Gazetelerin en büyük tirajı 5-6 bini aşarsa “muhteşem” olarak değerlendirilirdi. Resmi ilanlar ise, ihale ilanı olarak ve bir de Ziraat ile İş Bankası ilanları vardı ki, bunlar da Başbakanlık emriyle çok özel olarak ayda bir kez verilirdi. Gazetelerin kazancı satışa bakardı.
Gazetelere özel verilen ilanlar, Resmi İlan Kurumu Müdürü’nün nezaretinde çok titizlikle incelenir, makbuzdaki alınan paranın yüzde 10’u, ilan üzerine damga pulu yapıştırılarak ve üzerine, bir daha kullanılmaması için o günkü tarih ve gazete damgası ile iptal edilir ve bir yıl içinde teftiş edilerek görülürdü. Ayrıca röportajlar, haberler dikkatle incelenir, içinde reklam havası sezilince, yüksek paralı pul cezası verilirdi.
Bu günkü gibi haberlerde, firma ismi, şahıs ismi, malı övme gibi olaylar kesinlikle para cezasına tabi tutulurdu.
Muhabirler, hatta yazarların bile milli yemeği simit ile yazın üzüm, kışın portakal ve peyniri geçmez, evli gazeteciler yemeklerini, sefertası denilen 3’lü kap ile gazeteye getirir, sobanın üzerinde ısıtır ekmeğiyle yerdi. Maaş alındığında ise en lüks yemek piyaz ve yanında köfte idi ki, fiyatı 25-30 kuruşu geçmezdi. Simit fiyatı da gazete fiyatı gibi 3 kuruştu. Tercüman Gazetesi’nin sahibi olduğunda Kemal Ilıcak fiyat politikasını şöyle açıklamıştı:       
“-Gazetenin fiyatı da simit ve ayakkabı boyası gibi uzun süre 3 kuruş olacak...”
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları böyle kıt maaşlarla geçinen gazetecilere bir jest olmak üzere 3 aylık  tren biletini 16 lira yapınca, Tan Gazetesi’nin Ankara muhabiri Niyazi Acun çok sevinmişti. Maaşı 25 lira olduğundan hiç evi olmamış, bu yüzden de evlenmemişti. Yaz-kış her akşam gazetesinden saat 17:00’de çıkar... Gar’dan 18:00’de kalkan Anadolu trenine biner, kompartımana yerleşir... Yanında getirdiği sandviç tipi ekmeğini, üzüm veya portakal ile yer, uyur... Tren Eskişehir’e varınca iner... Aktarma yapmak için 24:30’da Haydarpaşa’dan kalkıp Ankara’ya gitmekte olan trende boş yer bulur, geri kalan uykusuna yatar, sabah 6:30-7:00 arasında Ankara’ya gelir... Yürüyerek Ulus Meydanı’na Rüzgârlı Sokağa gazetesine gelir... Yolda aldığı ekmek peyniri ile çayını içerek ve  uykusunu tamamen almış  olarak işinin başına geçer  yazısını yazardı.
Niyazi Acun’un bir de gazete sahibi Halil Lütfü Dördüncü adına, iki evin kiralarını toplama görevi de vardı... Kiraları alır, PTT havalesiyle patronuna gönderirdi... Bir keresinde patronuna yaransın diye, Ankara bağlarından kendisine gelen bir sepet üzümü de yanına alarak Cuma akşamı, her geceki gibi bindiği trene atlayıp, Eskişehir yerine İstanbula gitmiş... Halil Lütfi Bey’e sepeti takdim edince, Bab-ı Ali’de cimriliği ile ünlü Halil Lütfi Bey kendisine gecikmiş olan maaşını verirken, mükâfat olarak da “Seni öğleye köfteciye götüreceğim!...” demiş.
Patronunun bu jestiyle iyice gevşeyen Niyazi Acun ona yaranmak için;
“-Dün iki aylık kirayı havale etmiştim aldınız mı?.” deyince, Halil Lütfi patlamış;
“-Neden parayı kendin getirmedin de boşu boşuna havale parası ödedin... Öyle ise sana ceza, köfte ısmarlama işinden vazgeçtim... Hadi güle güle Ankara’ya dön!..” diyerek kendisini postalamasını Niyazi Acun hiç unutmamış...

 


Niyazi Acun Gazetesinde çalışırken.

 

Haftaya: Cami kapısında düşüp öldüğünde cebinden basın kartı ve 35 kuruş para çıkan gazeteci...

Yazarın Diğer Yazıları