“Fikr ordusu, feyz ordusu, nur ordusuyuz biz!”

Eskiden Başbakanlar ağır başlı olurdu. Konuşurlarken de konuşmazlarken de ne dediklerini bilirlerdi.
Yatak odalarına karışmak, çocuk sayısına iki de bir el atmak, Sezaryen ameliyatlarını bile değerlendirmeye açmak, bunlar bizim zamanımızda yoktu. Bizim zamanımızı bırakın, seksenlerde falan da yoktu. İş bu felaket başımıza yeni geldi!
Çoğu zaman bunları dinlerken utanıyoruz. Çoğu zaman da inanmıyor ve tartışıyoruz.

 

*** 

 

Milli gelir, git gide düşüyor haberiniz var mı? Asgari ücret önümüzdeki yıllarda daha az ihtiyaca cevap verecek. İşsizlik yükseliyor, işsizliğe bağlı ahlaksızlık artıyor, cinayetler artıyor, şiddet ve dehşet artıyor. Atanamayan öğretmenlerin sayısı artarken her nedense öğretmen açığı da artıyor.
Bizim zamanımızda atanamayan öğretmen olmazdı, böyle bir şey bilmezdik. Hepimizin gidebileceği okullar belliydi. Kurayla giderdik okullarımıza.
Öğretmenliğin değeri ve saygınlığı da belliydi.

 

*** 

 

Başbakanın kendisine Şubat atamalarını hatırlatan öğretmene yaptığı muameleyi gördünüz mü? Boş sınıflar öğretmen istiyor, vasıflı işsizler işini bilmek istiyor, eşler birbirine kavuşmak istiyor... Ama nafile... Senin cemaatten, benim cemaatten öğretmen seçeceğiz derken okullar boş, öğretmenler işsiz, karı kocalar ayrı... Bu duruma itirazını belirten bir öğretmene Başbakan’ın verdiği cevap :
Başbakan ona “atama yok” dediği için,  “öyleyse oy da yok”  haklı cevabının karşılığı, bakın ne kadar da uzun oldu:
“Oyun senin olsun”, “al oyunu da git” , “biz böyle spekülasyonlara gelmeyiz”, vs... Bu arada aynı cümleyi iki üç defa tekrarladı ve lafı döndürüp dolaştırıp her nedense Ulusalcılık’a getirdi.
Ulusalcılık’ın “millicilik” olduğunu ya bilmiyor ya öğrenemedi. Bunun da şerefli bir iş olduğunu ya bilmiyor ya öğrenemedi.
Ulusunu sevmek, ulusunu düşünmek, ulusuna zararlı değil yararlı insan olmak, yani ulusu adına namuslu adam olmak...
Ne gibi bir kötülük var bunda?
   Yani, en başta söyledik ya, eskiden Başbakanlar böyle olmazdı. Devlet terbiyesinden geçmiş olurlardı, halkı da bu edebe uygun olarak sever ve gözetirlerdi, ona böyle ayak üstü had bildirme girişiminde bulunmazlardı.
Öğretmen senin muhalifin değil, vatandaşın ve o, senin hükümetinin kurumlarında okumuş meslek sahibi bir genç insan. Üstelik sadaka istemiyor, iş istiyor! Pirinç, bulgur, şeker istemiyor, iş istiyor!
   Ne günlere kaldık!
   Ben ve bütün ailem öğretmeniz. Babam Bulgaristan Şumnu Muallim Mektebi’nde, Rıfat Bey Kastamonu Öğretmen Okulu’nda, ben ve oğullarım çeşitli eğitim fakültelerinde okuduk. Kızımsa; hali hazırda, bir öğretim görevlisi. Marşımızda (Öğretmen Okulları Marşı) söylendiği gibi  “Fikr ordusu, feyz ordusu, nur ordusuyuz biz!”
   Bize eskiden işte böyle; fikr ordusunun, feyz ordusunun, nur ordusunun birer ferdi olarak muamele edilirdi.
Öğretmen Okulları’nın kuruluş yıldönümünde sahnede koromuz, orkestramız refakatinde bunu söylerdi.
İşte  “devletlilik”  buydu. Cumhuriyet’in erdemlerini yaşamak da buydu.

Yazarın Diğer Yazıları