Gerçeğimizle yüzleşme zamanı

Suriye'de olayların başladığı 15 Temmuz 2001 tarihinden bu yana ülkeyi iç savaşa götüren gelişmeler, bölgenin yeniden tanzimini hedef alan kanlı bir süreç halinde evrilmektedir. Bu süreci iktidar mücadelesi ile özdeşleştiren pek çok dünya ülkesi adım adım gelen tehlikeleri öngörememiştir. Türkiye ise BM kararı olmamasına rağmen farklı saiklerle meseleyi derinleştirmiş ve ülkeyi geri dönüşü mümkün olmayan bir maceraya sürüklemiştir. Gelinen noktada iki önemli sorun artarak devam etmektedir. Birincisi, Suriye'nin kuzeyindeki fiili durumun yarattığı tehdit ve güvenli bölge tartışmalarının Türkiye'yi kaçınılmaz bir hamleye sürüklemesi, ikincisi ise sayıları 2 milyonu aşmış olan Suriyeli sığınmacılar sorunudur. Türkiye, iç siyasete yansıyacak etkileri sebebiyle bu sorunla yüzleşmekten kaçmakta ve toplumda tükenmekte olan tahammül sınırlarını görmezden gelmektedir. Ne yazık ki bu konu cesedi kıyıya vuran iki masum çocuğun tesadüfen çekilmiş fotoğrafıyla dikkat alanımıza yeniden girdi.

Sosyal problemler artıyor

Türkiye'de halen 2 milyondan fazla Suriyeli bulunuyor. Bunların %25'i okuma çağındaki çocuklar ve çoğu okula gitmiyor. İstanbul başta olmak üzere ülkenin her yerine yayılan Suriyeli dilenci imajı ise entegre olma şansı bulunanların da yaşam hakkından götürüyor. Sığınmacıların belirli bir bölgede, devletin koruması ve gözetimi altında yaşaması gerekirken İstanbul, Adana, Adıyaman, Ankara, Bursa, Gaziantep, Hatay, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin ve daha pek çok ilimize hızla yayıldıkları görülüyor. En önemlisi gelenlere ilişkin etkili bir kayıtlama sistemi yok. Bu insanlar hangi özelliklere sahip, ne yapabilir ne yapılmalı, bunlar ortaya konulamıyor. Türk milletinin "ortaklaşa davranışçılık" kültürünün bir gereği olarak sergilediği geniş müsamaha ve yardımseverlik anlayışı sayesinde büyük olaylar yaşanmasa da provokasyona hazır bir iklim meydana geliyor. Zira sosyolojik süreçler günler, aylar ve hatta bazen yıllar sonrasında olumlu ya da olumsuz neticelerini göstermeye başlıyor.

Geri dönecekler mi?

Suriye'deki iç savaşın ardından ülkemize çocukluk çağında gelen ya da burada doğan sığınmacıların yeniden ülkelerine dönmeleri pek gerçekçi gelmiyor. Kıyaslama yapmak gerekirse Afganistan'daki iç savaş sonrasında nasıl bir geri dönüş oranı olduğuna bakılabilir. Afganistan'ın özellikle Kabil ve onun kuzeyine yer alan bölgeleri bugünkü Suriye gibi farklı güçlerin gözetimine geçmiş değildi. Savaşın ardından BM'nin yoğun desteğine rağmen ülkesine geri dönenlerin oranı %30'ları bulmadı. Bu oran Kabil'de (%26) ülkenin doğusunda bulunan Nangarhar vilayeti (%14), batıda bulunan Herat vilayeti (%8) ve kuzeyde bulunan Kunduz şehrinde (%8) olarak gerçekleşti. Yani yaşanabilir bölgelerde geri dönüş oranı nispeten daha yüksek. Zaten yapılan bir araştırmaya göre geri dönmeyi düşünmeyenler geçim ve barınma imkânlarının yokluğu ile güvensizlik algısını öne sürüyorlar. Eğer bu sistemsizlik devam ederse netice Türkiye'de de farklı olmayacak. Muhtemelen Suriye'deki savaş sona erdiğinde Türkiye'de ikinci kuşak haline gelenler burada yerleşik kalma yönelimini daha da artıracak. Bu sebeple birilerince yönlendirilen "Esad gidecek bu insanlar da evlerine dönecek" algısı ülkeye fayda getirmiyor.

Dolayısıyla Türkiye bu problemi asgariye indirecek tedbirleri bir an önce almak zorundadır. Özellikle sosyo-ekonomik açıdan, bunun planlaması yapılmalı ve bu milletin tahammül sınırlarıyla daha fazla oynanmamalıdır. Hiç şüphesiz bunun için siyasi cesaret ve kararlılık gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları