Hem Müslüman, hem Türk'üm...

Geçtiğimiz hafta dost ve kardeş ülke Kazakistan’daydık. Anadolu’nun “Şirin Kırşehir”i ile Kazakistan’ın güney bölgesinde yer alan kadim Türkistan şehirlerinin “kardeş şehir” olmalarını sağlayacak protokolün imza töreni için ata topraklarımızdaydık. İlk olarak Almatı şehrine ulaştık. Almatı her zaman olduğu gibi düzeni ve tertemiz caddeleri ile heyetin beğenisini topladı. Heyette yer alanların önemli bir kısmı Kazakistan’a ilk kez geliyordu. Bir kısmının daha önce edindikleri bazı ön yargılarla birlikte “Kazakların Türkleri sevmediği” yönündeki değerlendirmelerine de şahit olduk. Bu benim için ilk kez yaşanan bir durum değildi. Yıllardır bölgeye olan yakın ilgimiz ve faaliyetlerimiz sırasında benzer yorumlarla karşılaşmıştık. Ancak tecrübelerim arasında, bu ve benzer değerlendirmelerin yerle bir olduğu gerçeği de vardı. Zira Kazak ve Türk halklarının dostluğunu ve kardeşliğini birkaç olaydan yola çıkarak bu şekilde kötümser kılmak, nihai ve bütünsel bir yaklaşım olamaz. Üstelik bu yaklaşım sadece Kazakistan için değil tüm Türk temelli halklar arasındaki ilişkilerde geçerli olmalıdır. Değilse Türkiye’de yaşayan insanlar açısından benzer örnekleri sıralamaya başlarsak hiç de hoş olmayan olaylarla yüzleşmek zorunda kalabiliriz. Bana göre burada yapılan temel yanlışlık bu coğrafyadaki yaşama biçimini, yıllar boyu süren alışkanlıkları, “Türk” kavramına olan yaklaşımı ve en önemlisi din anlayışını kendi kalıplarımızla irdeleyerek mutlaka bu kalıp içinde görmek istememizden kaynaklanmaktadır.
Bağımsızlıklarını yaklaşık 20 yıl önce kazanmış olan bu Cumhuriyetleri değerlendirirken öz tarihsel süreçlerini ve insanların neler yaşayarak bugüne geldiğini iyi bilmek gerekmektedir. Yıllar boyu değişerek ya da gelişerek günümüze taşınan kültür olgusunun en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün sistemlerin belirleyici unsuru olduğu unutulmamalıdır. Eğer bu kavram üzerinden değerlendirme yapacak olursak bölgeler, ülkeler ve hatta ülke içerisinde bile farklı yaşamlardan söz etmek mümkün hale gelmektedir.
Türk cumhuriyetleri ile ilişkilerimizde kısıtlanmış kalıplar yaratılmaya çalışılması doğru değildir. Bu kapsamda öyle şeylere şahit oluyoruz ki insanların kavramsal hatalarla bizi biz yapan değerleri görmekten imtina ettiğini fark ediyoruz. Bu gezide de bazı arkadaşlarımızın “Türklük” ve “Müslümanlık” kavramlarını birbirinden keskin biçimde ayırarak bulundukları toprakların büyük anlamını gerektiğince kavrayamadıklarını gözlemledik. Muhakkak ki böyle düşünenlerin de kötü niyetli olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Ama insanlar öğrendikleri kavramları iyi özümsemeden ve araştırmadan kullanmaya çalışınca böylesi resimleri sıkça görür olduk. Önemle ifade etmek gerekir ki, Türklük ve Müslümanlık arasında böylesi bir ayrım yapmak ve bunu oradaki kardeşlerimize sunmak uzun vadede sürdürülebilir bir durum değildir. Kazakistan’da İslam’a yönelişi ve ilgiyi büyük bir memnuniyetle izliyoruz. Özellikle gençlerin akın akın camilere koşması bütünleşmemiz için son derece önemlidir. Ancak işte ben bunu anlamakta zorlanıyorum... Bir insan “Müslüman’ım” diyebilirken, aynı zamanda “Türk’üm” ya da “Kazak’ım” nasıl diyemez? Ozan Arif ne diyor: İslam ruhumdur benim, Türklük ise bedenim, bunlar varlık nedenim, Hem Müslüman, hem Türk’üm...
Haftaya; Pir-i Sultan ile Ahi Evran’ın kucaklaşması...

Yazarın Diğer Yazıları