Hep kötüler mi kazanır?

Bir televizyon dizisi var. Salı akşamları oynuyor. Diziler içinde en bunalımlı olanı, insan seyretmeye korkuyor. Aslında polisiye falan değil, bir aile dizisi. Ama gelin görün ki ailenin hiçbir mutluluğuna sevincine neşesine rastlayamıyorsunuz. Arada bir tuz biber kabilinden çocukların anneleriyle sarmaş dolaş olmaları veya kısa kısa verilen düğün manzaraları var. Sanki bunların acısını çıkarmak istermiş gibi senaryocular sonraki bölümlerde dehşet saçıyorlar.
Oyuncular iyi, mekan yerli yerinde, bütün zengin evi abartılarına rağmen, Türk halkının konut anlayışına uygun, mütevazı ev içleri görüyoruz. Hatta hayatı tanıyan, tahlil eden, hikaye eden metinler de var. Fakat baştan mı öyle kurgulanmış sonradan mı, oyunun rotası değişti. Dehşetin, kötülüklerin, acıların, ölümlerin biri gidiyor biri geliyor. Seyirci nefesini tutuyor. Şimdi yeni bir acı gelecek diye, onu bekliyor. Bir de dizinin belki mevsim sonuna kadar çözümlenmemiş kötülükleri, birçok seyirciyi “amaaan” dedirterek seyretmekten caydırıyor.
Şimdi dizideki dehşetin bilançosuna bakalım.
Ailenin erkeği bir kaptandır ve uzak ülkelerden bir kadını peşine takarak Türkiye’ye getiriyor. Kadın insani yanları da hesaba katılmış bir sevgili değil, bir canavar. İlk kadın onu bıçaklıyor, hapse düşüyor. Oğlan babasının evini yakıyor, hapse düşüyor. Ailenin bir kız evladı ölüyor. Damadı da ölüyor. Yoksulluk, fakirlik falan; bizim halkımız sesini çıkarmaz, bunları sessizce seyreder. Ama insana sinemanın yedinci sanat olduğunu düşündüren  “ya ak ya kara”  anlayışı yoksullukla falan bitmiyor. Dedikoducu bir akraba aile, tümden kötü. Ailenin arasına sonradan karışan ve Cemile’ye miras kalan paranın peşinde bir adam tümden kötü. 

 


***

 


Zavallı Cemile, kalın terlikleriyle evde, kapıdan telefona, telefondan mutfağa koşup duruyor. Bizim yerli dizilerde kadınlar ya pirinç ya taze fasulye ayıklar ya da ellerini kavuşturup kanepede otururlar, çay içerler. Cemile de ya pirinç ya fasulye ayıklıyor ama felaketlerden başını alamadığı için oturmaya pek fırsat bulamıyor.
Sanat eseri, gerçeği bütünüyle yansıtmaktan sorumludur. Dizi de yedinci sanat olan sinemanın bir uzantısı olduğuna göre ondan beklenen budur. Ama dediğim gibi iyiler iyi, kötüler kötü. Yani, ya ak ya kara, dizideki insan anlayışı. En durmuş oturmuş tip Çanakkaleli Nine. Şivesiyle, hareketleriyle olağanüstü başarılı ve iyi çizilmiş bir tip.

 


***

 


Film, 12 Eylül yıllarını anlatıyor. Bu dönemde de iyiler ve kötüler var. Sol iyi, ülkücüler kötü. Ben o yıllarımı Atatürk Eğitim Fakültesi’nde öğretmenken yaşadım. Bütün faciayı biliyorum. Solcu diye bana da sataşırlardı ama genel manzara ve şimdilerde  “büyük resim”  denilen şey böyle değil.
Bu dizide öyle şeyler yapılıyor ki, 30 sene sonra halkın bilincinde yanlış yankılanacak tesirler bırakıyor. AKP’nin ve emperyallerin ekmeğine yağ sürüyor. Soğuk savaştan sonra Türkiye’de sağ ve sol anlamını yitirmiştir. İkisi de milliliğe kaymıştır. Yani, sağ ve sol değil, anti-emperyalist veya vatansever niteliğini kazanmışlardır. Bu durumda emperyalistlerin oluşturduğu naylon sağ ve naylon sol canlıymış, diriymiş, tazeymiş gibi bugüne taşınmamalıdır.

 


***

 


Hele son haftalarda gösterilen işkence manzaraları... Ailenin şarkıcı oğlu Mete’ye yapılan ve kim tarafından yapıldığı belli edilmemeye dikkat edilen işkence, seyirciyi televizyonu kapatmaya zorluyor. Yani, hep kötüler mi kazanır? Bu dizide kötülere bir şey olmuyor. Başlangıçta iyi tipler olarak çizilmiş olan ailenin bütün fertleri, ki hepsi erdemlidirler, bu kötülerin kötülüklerine maruz kalmaktan yaşamaya fırsat bulamıyorlar. Bu yanlış imaj, halka tıpkı eski kocaların karılarına saldırmaları ve rakiplerini öldürmeleri olaylarında olduğu gibi yanlış izlenimler veriyor. Erdem, bir işe yaramaz; erdemli olmak felaketlere maruz kalmanın kaçınılmaz bir sebebi gibi gösteriliyor.
Dizide kötülerin cezalarını bulmaları ya da hakkın tecelli etmesi için  “finali” beklemek icap ediyor. Bu yüzden de bu diziyi seyretmek git gide zorlaşıyor.  Halkımızın ruhen sağlıklı, ahlaklı, hayata karşı daha akıllı ve dirençli olmasını sağlamak bir diziyi yapanları en az reyting kadar ilgilendirmelidir. Yoksa ne hayatın diyalektiğine ne gerçeğe ne de ülkeye uygun bir iş yapmış oluruz.
Düzeltme: Çarşamba günkü Mösyö Miro başlıklı yazımın sonunda  “vatan, cumhuriyet”  ibaresi  “batan cumhuriyet”  olarak çıkmış. Düzeltir, özür dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları