Koalisyon mecburiyeti

Kendimizi bildik bileli önce Kızıl, bugün ise kapitalist dünya ile kol kola girmiş olan Çin’in Doğu Türkistan’daki Türklere yaptığı katliam, işkence ve eritme politikalarına şahit olmuşuzdur. En ufak bir protestoya bile müsaade etmeyen Çin yüzlerce Türk’ün kanına girmiştir.

Bu defa da aynı baskı ve zulüm devam etmektedir. Uygur Türkleri yaşadıkları bölgeyi terk etmeye zorlanmakta, bu yolda çeşitli teşvikler uygulanmaktadır. Son dönemde Tayland Devletine sığınan Uygur Türklerinin bir kısmı Türkiye’ye gönderilmiş, bir kısmı da Çin’e iade edilmişlerdir. Dışişleri Bakanlığı’mızın 115 Uygur Türkünü haksız ve yanlış bir uygulamayla Çin’e iade eden Tayland’ı protesto etmesi olumlu bir gelişmedir. İnşallah bunların akıbetleri bazıları gibi kurşuna dizilmek olmaz. Oruç tutma yasağı getiren Çin, haklı protesto karşısında soydaşlarımızı kurşunlamış ve şehit etmiştir. Bu saldırılar ve cinayetler İstanbul ve Ankara başta olmak üzere çeşitli tepki hareketlerini doğurmuştur. Ülkü Ocakları’nın ve Türkiye Kamu-Sen’in başını çektiği STK’lar Beyazıt’tan Sultanahmet’e çok anlamlı ve binlerce kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenlemişlerdir. Yürüyüş sonunda üç Korelinin sözde saldırıya uğradığı iddiaları basında yürüyüşün önüne geçmiştir. Olay milliyetçiler aleyhine kullanılmaya çalışılmıştır. Bazı yanlış yapanlar, polisten önce yine yürüyüşe katılanlarca engellenmiştir. Anlaşılan milliyetçi kuruluşlara karşı olan maksatlı tutum, 1970’lerde olduğu gibi aynen sürdürülmektedir.

Ne gariptir ki, Anayasa’dan Türk kimliğini sözde etnik çağrışım yapıyor diye çıkarmaya çalışan yöneticiler, sınır geçişlerinde Suriye Türkmenleri’ne pasaport soran, sınırlarımızı koruyamayan sakat anlayış, zaman zaman Doğu Türkistan’dan bahsetmektedir. Çin’deki cinayetlerden ve insan hakları ihlallerinden üzüntü duyduğunu ifade edenler, MHP lideri Sayın Bahçeli’ye “Sen Urumçi’ye, Doğu Türkistan’a hiç gittin mi?” diye sormaktadırlar. Bu soruyu soranlara “Sen ne zamandan beri oralarda yaşayanları soydaş olarak hissettin ve kabul ettin?” diye sorma hakkımız vardır.

Çin’e karşı yapılan protesto gösterilerinde Doğu Türkistan’ı bir özerk bölge değil de; ayrı bir bağımsız devlet gibi vurgulayan sloganlara rastlıyoruz. Türk milliyetçileri Çin ve Rusya karşıtlığını dost ve müttefiklerimizin hoşuna gitsin diye yapmazlar. Bazıları yanlış yönlendirilse ve kolay dolduruşa gelse de...

TBMM Başkanlık seçimi geride kaldı. Aslında ders alınacak durumlar ortaya çıktı. %60 bir blok ortada olmamasına rağmen, %60 üzerinden hesapların yapılması yanlış çıktı. Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olduğunu, millî ve manevi değerlere bağlı bulunduğunu iddia eden, millî kimlik ve anayasa ile kavgalı olmayan hiçbir parti HDP ile iş birliği ve ortaklık yapamaz. Bu durumda CHP ve MHP’nin ortak bir aday çıkarmaları da sayıca yeterli değildi. Bu durumda tabii bir sonuç olarak Ak Saray’ın değil; AKP iktidarının adayı seçimi kazandı. Konuyu pehlivan tefrikasına çevirmek gereksizdir. Burada tabii ki partilerin kendilerine göre şartları olacaktır. Türk demokrasisi mutlaka koalisyonu başarmalıdır. Ak Saray’ın tezgahına düşüp ülkeyi büyük sorunlarla karşı karşıya getirecek erken seçim veya Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle seçimin yenilenmesine fırsat verilmemelidir. Demokratik parlamenter sistemin rafa kaldırılmasının peşinde olanlara, tek adam ve tek parti egemenliğini kurmak isteyenlere, Türksüz ve Türk Milletini reddeden yeni anayasa tezgahına karşı parlamenter demokrasi güçlendirilmelidir. Ancak bu şekilde Ak Saray yasal sınırlar içine çekilebilir. Anayasa ihlalleri ve toplumdaki kutuplaşma önlenebilir. Artık CHP mi, yoksa MHP mi AKP’ye koltuk değneği oldu tartışmalarını bırakalım. Eğer böyle bir koalisyonda MHP de yer alacaksa ve şartlarını da kabul ettirebilirse, “Efendim, bakın AKP ile ortak oldular” denemez. Genel seçimlerde sözde MHP’li olup da, MHP’ye rey vermeyenler, seçim sonrası yapay bir MHP dostluğunu bıraksınlar. Onun bunun dolduruşuna gelmesinler. Yeni konumlarını açıkça ortaya koyma samimiyetini göstersinler. Bu çizgide olanlar, aslında MHP’yi %16,3 seviyesinde bırakanlardır. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortam, muhalefet partilerinin daha da güçlenmesini gerektirmektedir. Terörle iç içe olan, T.C.’ye karşı ve demokrasinin defosu olarak ortaya çıkarılmış bir siyasi partinin millî iradenin bir bölümünü temsil ediyor şeklinde ele alınması, sakat ve gerçeklerle çelişen bir bakış tarzıdır.

Yazarın Diğer Yazıları