Medya cenahında değişen bir şey yok...

17 Aralık operasyonu sadece bazı bürokrat ve siyasetçilerin içine yuvarlandığı rüşvet çukurunu görmemizi, cemaat-hükümet kavgasının ete kemiğe bürünmesini sağlamadı. 
Hep var olan siyaset-medya ilişkisinin aynen devam ettiğini görmemizi sağladı.
Doğru. Türkiye’de medya hiçbir zaman  “özgür” olmadı. Gazete patronlarının işleri hep basın ahlâkından önce geldi.
Gazeteciler siyasilerin önünde kuyruk oldu. İktidar kapılarında genel yayın yönetmenliği, temsilcilik dilendiler. Kimileri patronlarının işlerini takip ettiler, bu durumu köşelerinde dile getirmekte beis görmediler.
Peki bugün ile dün arasındaki fark ne?
Dünün gazete patronları çok güçlüydü. Siyaset dışı güçlerin temsilciliğini yaparak siyaset üzerinde etki sağlıyorlardı. 
28 Şubat’ta askerî, 2001’de ekonomik vesayetin en büyük iş birlikçisi medya olmuştu. 2002’de MHP-DSP-ANAP hükümetinin ipinin bir gazetenin Almanya tesislerinde çekilmesi, medyanın siyaseti belirleme hevesinin zirvesini temsil ediyordu.
Bugün iş tersine döndü. Artık medyanın yapısını siyaset belirliyor. Gazete patronlarının kim olacağına karar veriyor, yazarları tayin ediyor; editoryalı belirliyor. 
Dünün  “zinde”  güçlerle siyaseti belirleyen medyası bugün siyasi iktidardan talimat alarak kendine bir yol çiziyor. En liberalinden muhafazakârına yazmak için, manşet atmak için gözleri Başbakanlıkta  “sufle” bekliyor. 
Gazeteler bir telefon talimatı ile yazarlarını kapı dışarı ediyor, yayın politikasını revize ediyor. Cenah değişiyor, hükümetler değişiyor fakat Türk medyasının iktidar karşısında tavrı değişmiyor. Değişen sadece karakterler. 
Bu yapıdan her şey çıkıyor ama  “özgür basın”  çıkmıyor. Siyasi ve ekonomik güçlerle iç içe geçmiş bir medya düzeni ile ne gazetecilik yapılabilir ne de demokrasimiz gelişebilir. 

***

Dün de bugün de medyanın köşelerini işgal edenler köşelerini muhtaç olduklarına ram etmiş, onların ahlaksızlıklarını bir erdem gibi pazarlayabilmektedir. 
Telefon talimatı ile basın emekçilerini kapı önüne koyan, manşet değiştiren gazetecinin de...
Millete yapılan küfrü açıkça savunan gazetecinin de...
Başbakan’a üzülmemesi için gazetesini satacak kadar sevdalı olan gazete patronunun da...
Dün beraber yiyip içtiği  “paydaş”  kardeşine bugün söven köşe yazarının da...
İdeolojisi, cemaati farklı olabilir...
Hepsinin kumaşı aynı...
Peki fark ne?
Fark 2002 sonrası oluşan  “yeni siyasi tarz” da...
Onlar bu kumaşın farkında ve buna uygun davranıyor...
Aynı  “ticari”  kafaya sahipler; birbirlerini anlıyorlar...
Bu yeni siyasi tarzın kendisini  “gazeteci”  sayan iş takipçilerine  “ayakçı” muamelesi çekmelerinin sebebi bu. 
Belki diğer siyasetçiler de farkında idi medyanın bu ahlaki yapısından. Onlar bu düzende fazla  “efendi” kaçtığı için yeni siyasi tarz avantaj sağladı; üslup meselesi yani...
Netice-i kelam, siyasetçiden telefon alıp fırça yiyen gazetecilerin düştüğü bu durum, ilahi adaletten başka bir şey değil...
Dün kendisine  “adam”  gibi muamele eden siyasete askeri, yargıyı, üniversiteyi ve sermayeyi kullanarak diz çöktürmek için elinden geleni yapan; her türlü ahlaksız ittifakın içine giren veya teşvik eden medya yapısı kendi canavarını yarattı...
Ve nihayet...
Teşbihte hata olmasın ama ataların da dediği gibi  “dinsizin hakkından imansız” geldi...

Yazarın Diğer Yazıları