Muhterem basın Mustafa ile Tuncay'ı neden anamadı?!

Baktım da.. Ne Tuncay Özkan, ne de Mustafa Balbay adını kafalarından bile geçirmedilerse...
O gün o “huzura” çıkmış mutlu kalabalığa bu ülkenin “ileri gelen gazetecileri”  dendiği için ..
Bu ülkenin halini varın siz düşünün!.. 
Tespih gibi dizilmişler..
Kuzuların sessizliği hakimiyetinde..
Ve huşu içerisinde Başvekil’i izliyorlar..
Hem de, Başvekil’in her vurgusunda, onunla mesela göz göze gelmiş gibi, kafalarını emme basma moduna sokup onay veriyorlar..
Zaten memleketin en akıllı, uyanık ve şanslı kesimi oldukları için şu an..
Ne Mustafa’yı ne de Tuncay’ı anmazlardı ki!..
Matbuatın seçkin üyeleri sıraları geldiği için..
Önceki gün Başvekil’in ikna odalarına alınmışlardı...
Kendilerine çağdaş, uyumlu...
Ve de “akıllı” olmaları tavsiyeleri, ince bir balans ayarı ile sunuldu...
Madem “12 Eylül” itibari ile Türkiye yeni bir füze rampasına oturmuştu..
Matbuatın seçkin üyeleri de..
Yani aralarındaki kalabilmiş birkaç  “çatlak ses” de artık kendilerine gelmeli,  “Türkiye’yi uçurma-aparma” kadrosuna katılıp artık akıllarını başlarına devşirmeliydiler..
Devşirsinler ki..! Bunun TRT’si var,  “yandaş zengin” medyası var, buralarda milyara milyar demeyen hizmet beklentileri var..
Başbakan, o gün orada hepiciğini kucaklamaya hazır olduğunu beyan edip, ikbal yollarını bir kez daha gösterdi..
Madem Başvekil, “kucaklamaya” hazırdı hazirunu.!?
Şu sözleri de, itirazsız dinlendi..
“Türkiye, 8 yıl öncesine göre çok farklı bir yerde. İnanın bu ivmeyle devam ederek, 8 yıl sonra 10 yıl sonra 2023 yılında dünyanın ilk 10 ülkesi arasında yer alan bir Türkiye’yi görmek hayal değildir. Bunu hep birlikte gerçekleştireceğimize..
Türkiye 12 Eylülle birlikte artık önünde yeni bir sayfa açmıştır, temiz bir sayfa açmıştır. Geçmişe göre çok daha özgürlükçü, çok daha demokratik bir anayasa ile yeni bir başlangıç yapılması gerekli hale gelmiştir...”
Hani “ayarı” hissetmeseler, oradakilerin mesleğinin namusu..
“İyi de usta, şu bizim Bekir. Dakka bir demokrasi kurbanı oldu!! Ne iş!!?”
Demeyi gerektirecek ama, salonda ayar-balans tepe yaptığı için..
Bekir’in patronunun sesi de hazır ve Başvekil’in emrinde..
“-Kovdumsa ben kovdum, kime ne!?. Başvekilim masumdur, o kadar.. Saygılar efendim..” 
Diye selam çakıyor..
Bekir Coşkun da diyor ki; “Başbakan 50 meslektaşımın gözlerinin içine bakarak bunu söylüyorsa ve 50 meslektaşım da buna inanıyorsa, o zaman mesele yok... Benim işten çıkarılmamda hiç bir rollerinin olmadığını söylüyor. Salonda 50 medya mensubu var. Ama bir süre önce Başbakan medya patronlarına ne demişti? ’Köşe yazarıma hakim olamıyorum diyemezsin. Sen bunun sorumlususun. Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da, hakkın yok. O insanlara o kalemleri teslim edenler der ki, kusura bakma, bizim dükkanda sana yer yok. Herkes vitrinine layık olanı koyar’demedi mi? Dedi. Bu sözler kime ait? Benim yorumum bu kadar.”
İlahi Urfalı Bekir.. Onuncu köy, kulağının arkası vs.. hâlâ Bab-ı Alî’de atık suların yukarıdan aktığı bir uyanıklar beldesi olduğunu keşfedememişsen..
Bu ortamda..
Ne Tuncay, ne Mustafa ne Ulusal Kanal’ın genç gazetecileri Ufuk Akkay ve arkadaşları, o salondaki matbuatın aklına bile gelmemişse..
Bu doğal değil mi?..
Akıllı olup İstanbul sosyetesine girmiş çağdaş gazetecileri, Başbakan’ın huzuruna koştukları araçlarından inerken gördüm..
Süper lüks makam araçları.. Besili besili mutlu yüzler..
On sene önce kıçlarında don yoktu bunların..
Donu olanlar da, donu kaybetmemek için gayretkeştiler.. Hele o okuma özürlü kart “ankorman”, önüne konulan kahvaltıdaki yumurtayı anlatıyordu ki!!.
Böyle başa böyle matbuat..

Yazarın Diğer Yazıları