Ne olacak, Türkiye “Kobani” ye girecek mi?

Türkiye’nin sözde “Kobani”denilen bölgede Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)ile savaşan PYD-YPG güçlerine destek vermemesini protesto ederek sokağa çıkan ve en hafif ifadesiyle “Vandalizm”nedir dünyaya gösteren bölücü terör örgütü mensuplarının saldırıları neticesinde son olarak Bingöl’de 2 polisimiz şehit edildi. Elbette ki acımız ve öfkemiz çok büyük. Hem bu alçakça saldırıları yapanlara hem de bu cesareti bulmalarına zemin hazırlayanlara... Belirtmek gerekir ki Türk Milletinin bu olaylar karşısındaki sağduyusu takdire şayandır. Ve böyle de olmalıdır.

Ancak birileri farkında mı?
Devlet olarak cezalandırmadığınız ve kendinizi göstermediğiniz her dakika önümüzdeki süreçte meydana gelebilecek daha vahim olaylara ışık yakıyorsunuz demektir. Bu sözde “protesto” denilen tehdit odaklı girişimlerin başladığı ilk gün, yurt genelinde gereken müdahalenin yapılmamasının şu saate kadar yaşadığımız acı hadiselerin bir habercisi durumunda olduğunu unutmamak gerekir. 
Gerek iktidar kanadında gerekse buna sınırsızca destek veren cephede “çözüm süreci devam etmelidir” vurgusu bu kadar belirginken kolluk güçlerinin artan bu baskıda teröre hak ettiği cevabı vermesinin ne denli mümkün olduğu tartışılabilir. Elbette ki barış ve huzurdan yana, kan ve gözyaşından uzak bir toplum en büyük dileğimiz. Bunun için devletin kırmızı çizgilerini aşmayan her türlü karar alınmalı ve adım atılmalıdır.
Peki sormak lazım, millet vicdanında büyük yara almış ve artık düne göre daha fazla tereddütle yaklaşılan “çözüm süreci”  bu şartlarda nasıl devam edebilecektir?
Öyle ya...
“Kürdistan” hayalinin batısını ihtiva eden “Rojava” yaklaşımının üç önemli merkezinden birisi olan Ayn-el Arap ya da  “Kobani” de IŞİD ve PKK-PYD-YPG arasında seçim yapmak zorunda kalan Türkiye’nin şartlar bugüne göre daha uygunken vermediği desteği bu saldırı ve tehditlerden sonra nasıl verebilecektir? 
Bununla birlikte sürecin başından beri  “Kobani”ye destek verilmesini isteyen kişilerin tutarlılığı bir tarafa bir de bu olaylar sonrasında “Kobani’ye destek verelim” diyenlere ne demeli? Bunların bir bölümünün ifadelerine bakılırsa temel gerekçe olarak saldırıların ve kaos halinin durması öne sürülüyor. Buna da diyecek bir şey yok. Bir yönüyle anlaşılabilir bir durum. İşin asıl vahim ve üzücü yanı kendisini oluşturan parçalardan çok daha büyük ve ulaşılamaz bir kutsiyet atfedilen Devletimizin böylesi bir ikileme muhatap kılınmasıdır.  
Doğrusu merak ediyor insan...
Madem ki olaya müdahale edilebiliyor ya da edilmesi gerekiyor neden iş bu noktaya kadar getirildi?
Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kobani düştü, düşüyor” şeklindeki açıklamasını fırsat bilip sokakları savaş alanına çeviren grupların bu saldırıları hangi gerekçeyle sona erecek? Bir de olayın şu boyutu var ki Erdoğan’ın bu açıklamasının ardından eğer Ayn-el Arap bölgesindeki IŞİD kuşatması geri püskürtülürse devlet hem içeride hem de sınırının hemen ötesinde bütünleşik bir tehdit ile baş başa kalmayacak mı?
Çok açık bir gerçek var ki ABD ve İngiltere’nin Türkiye’ye “siz öncen buyrun biz arkadan geliriz” şeklindeki yaklaşımı yüzyıllardır oynanan bir oyunun parçasıdır. Buna rağmen Türkiye eleştirilecek ve soru işaretleriyle dolu bir tezkere çıkarmıştır. Ülke içerisindeki sığınmacıların sayısı ve toplumsal düzlemde meydana gelen problemlerin ağırlaşması ihtimali karşısında Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ulusal çıkarlarını dikkate alarak NATO ve BM kararları doğrultusunda sınırının hemen ötesindeki bu kaotik duruma müdahalesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Fakat gelin görün ki Türkiye’nin Suriye odaklı politikaları uluslararası toplumda ve özellikle bazı güçlü ülkeler nezdinde kabul görmemektedir. Açıkçası küresel güç dengeleri Esad rejimi üzerinden sürdürülen yeni savaş alanını henüz terk etmiş değildir. O halde Türkiye’nin yapması gereken sınır ötesindeki gelişmeleri dikkatle takip ederek yeterli oydaşmayı sağlamak ve ülke içerisindeki bu yangını söndürmek için şer odaklarını geldikleri yere göndermektir. 

Yazarın Diğer Yazıları