Problem köprüde mi isminde mi?

Boğaz’a 3. köprü hayali, fetih günü atılan temelle ete kemiğe büründü. 3. köprü çeyrek yüzyıldır tüm  “liberal”  iktidarların rüyalarını süslüyordu, Erdoğan’a nasip oldu. Kamuoyunda bir kısım  “radikal” çevreci dışında pek de kimsenin dikkatini çekmeyen Boğaz’a 3. köprü meselesi biraz da isminden mütevellit tartışmalara konu oldu.
Şunu anlamak lâzım, bu topraklarda Yavuz Sultan Selim’e  “katil”  diye söze başlayarak 3. köprünün İstanbul’un siluetine ihanet olduğunu, trafiğine çare olmadığını anlatamayacağınız gibi  “solcular”  istemiyor diye İstanbul’u gırtlaklayacak bir projeyi sırf adı Yavuz Sultan Selim olacak diye savunup ecdadın ruhunu huzura kavuşturamazsınız.
3. köprü meselesinde hortlayan Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail kavgası Türk tarihinin belki de en  “çarpıcı”  mücadelesidir. Edebiyattan savaşa her alanda süren bu mücadelenin son noktası Çaldıran’dır. Çaldıran’a giden yolda mücadelenin “inançlar”  üzerinden yürümesinin faturasını Osmanlı’da Aleviler, İran’da Sünniler ödedi ki bugünkü tartışmaların temelinde de bu var. Yavuz’un Çaldıran öncesi Şah İsmail’le  “işbirliği”  şüphesiyle Alevileri katlettirmesi veya sürdürmesi ne ise Şah İsmail’in İran’daki  “Şiileşmeye”  direnen Sünni Türkmenleri ortadan kaldırması da odur. Mezheplerinin farklılığı dışında şiirde, satrançta, celadette ve nihayet celâlette denk olduklarını söyleyebileceğimiz Türk tarihinin bu 2 büyük sultanının talihsizliği aynı dönemde yaşamış olmasıdır.
6 asır sonra bu kavgaya “taraf”  olmak zorunda değiliz. Neticede her ikisi de Türk tarihinin parçası 2 büyük isim. İlla ki taraf olacaksak yaptıklarının sonuçlarına bakarak bir kanaate varabiliriz.
Bu meselede iktidardan hassasiyetleri dikkate alan daha  “nazik”  bir çözüm beklenirdi. Yavuz ismine karşı çıkanlardan da Türk tarihine damga vurmuş bu büyük adam hakkında daha  “saygılı”  bir yaklaşım. Peki bu mümkün mü? Tabii ki hayır. Ortak özellikleri, fikri  “slogana” indirgemek olanlardan farklı bir yaklaşım beklemek mümkün değil.

 


***

 


Tartışılması gereken köprünün ismi değil boğazına kement geçirilen İstanbul olmalı idi. Aleviler veya Sünniler, 600 yıl önceki kavganın rövanşının peşine düşeceklerine, 3. köprünün birlikte yaşadıkları İstanbul’a getirip götüreceklerinin hesabını yapmalılar. Siyasi iktidarın bu konudaki tavır değişikliklerini gündeme getirerek işe başlayabilirler. 3. köprünün neye hizmet edeceğini ve İstanbul’daki trafik keşmekeşinin nasıl çözüleceğini 20 yıl önce  “muhalif” belediye başkanı sıfatıyla gayet sade ve net bir şekilde ifade eden Başbakan’ın bu konudaki görüşlerinden çark etmesinin sebebi sorgulanmalı öncelikle.
Sonra, 20 yıl önce  “cinayet”  olan ve İstanbul’un siluetini çirkinleştirecek olan köprünün 20 yıl sonra nasıl olup da  “gerdanlık” sembolizmi ile sevgiliye verilen eşsiz bir hediyeye dönüştüğü sorulmalı. Daha sonra, Belediye Başkanı iken İstanbul trafiği için kalıcı çözüm olmayan, yeşil alan katliamına yol açacak ve yeni  “rant alanları” yaratacak 3. köprünün Başbakanlığı döneminde  “Ya Allah Bismillah” larla hayata geçirilmesindeki  “hikmet”  sorgulanmalı. Ve nihayet, 20  yıl önce raylı sistem ve deniz ulaşımı ile İstanbul trafiğini çözmeyi savunan Belediye Başkanı’ndan huşu içinde 3. köprü temeli atan Başbakan’a evrilişteki  “mânâ”  araştırılmalı.
Tabii ki bu  “hikmetli sualler” in peşine düşmek muhalefete düşüyor. Muhalefetin sol yanı, uzak tarihe olan merakını biraz da yakın siyasi tarihe hasretse, zarfa değil mazrufa odaklansa bu konuda etkili sonuçlar alabilir. Sağ yanı ise sol yanın  “ideolojik”  taassupla görmediği şeyi görüp, farklı bir yöntemle, “gerçekler”  üzerinden giderek İstanbul’u bir  “gerdanlık”  karşılığı iğfal etmeye çalışan bu zihniyete dur diyebilir.

Yazarın Diğer Yazıları