Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI

Adnan İSLAMOĞULLARI

Satıcı değil, içiciyim abi...

70'li yıllar, televizyonun yeni olduğu zamanlarda TRT'de 'Tatlı Cadı' isimli dizi vardı, olağanüstü yetenekleri olan Samantha isimli bir ev kadını, çok zor kaldığı durumlarda ağzını oynatarak duruma müdahale ediyor, küçük çocuğunun düşürdüğü bir vazoyu havada tutuyor, aksiliklerin önüne geçiyordu... Sevilmişti o dizi, belki de ilk izlenen televizyon dizisi olduğu içindi veya aksiliklerin, zorlukların önüne bu kadar kolay geçilebilmesi hoşuna gitmişti izleyicilerin...

Yıllar yıllar sonra çok kanallı televizyonlar yayın hayatına girdiğinde ve ortalığı diziler sardığında ağzını oynatarak mucizeler yaratan sevimli Samantha gitti, yerini ışıklar arasından süzülüp gelen nur yüzlü beyaz sakallı amcalar aldı...

Mistik bir müzik eşliğinde ve ışıklar ve sisler arasından gelen beyaz sakallı ihtiyar, dizideki ailenin her zorluğunu aşıyor, davudî ses tonuyla teskin ediyor ve aile, şaşkınlık ve hayretten yerinden fırlayan ve tabii hislenmiş gözlerle müşküllerini halleden ihtiyarı izliyor, uyandıklarında ise ihtiyarın yerinde yeller esiyordu...

Dizideki aile fertleri bu mucizevî yardımdan gerekli dersleri çıkarıyor, felâketler karşısında gösterdikleri sabrın sonunun, nur yüzlü, beyaz sakallı, davudî sesli ihtiyarın ötelerden gelen yardımı olduğunu anlıyorlar ve yüzlerindeki o mutmain olmuş tebessüm ile dizi sona eriyordu. Nur yüzlü ihtiyar, bir sonraki bölümde senaristin yazacağı hangi felâketi önleyeceğini bilmeksizin geldiği yere, ötelere geri dönüyor ve senaristin dâvetini beliyordu...

Ekran başındaki izleyiciler de bölümün bitişiyle birlikte mûcizelere olan inançlarını tâzelemiş bir şekilde, o nur yüzlü ihtiyarın bir gün kendi hânelerine de gelmesi ihtimâliyle huzurlu bir uykuya dalıyordu...

***

Canabis isimli bir bitki var... Esrar yani anlayacağınız... Kullanım yaşı ortaokullara kadar indiği söylenen ve devletin satışıyla mücâdele ettiği bir uyuşturucu... Hani o polise yakalandığında "İçiciyim abi, satıcı değilim" diyerek kendini savunan satıcıların sattığı ya da kullandığı bitki...

Ekranlarda o dizileri izleyenler aynı o "İçiciyim abi, satıcı değilim" diyenler gibi, mâsumlar aslında... Gerçekten satıcı değil içici onlar...

Peki o dizileri yazıp çekenler... O dizilerde subliminal mesajlarla ait oldukları meşrebin önderinin de aslında o nur yüzlü beyaz sakallı ihtiyar olduğunu imâ edenler ve bağlılıkları zihnî ve kalbî köleliğe çevirenler!

Onlar ise 'satıcı' statüsündeler... Bu milleti, bir nesli böyle mahveden 'satıcı'lar...

İmam Gazali'nin İhya'sının en başında yazan şu cümle (Türkçe tercümelerinde nedense yazılmaz) etkileyici:

"Bu din, düşmanlarından çekmedi kendisini yanlış anlayanlardan çektiği kadar...".

Dini, mûcizeler üzerine kurgulayan, kerâmetler üzerine kurgulayan, tüm bağlılıkları kerâmetler üzerinden tahkim eden ve kuvvetlendiren, tasavvuf demeyelim ama tarikat ve şeyh anlayışının kurbanı son nesiller...

Zamanın sahibi, gavs, güneşin yakmadığı, yağmurun ıslatmadığı gibi deli saçmalıklarıyla olağanüstü özelliklerle donatılmış, ilimden nasipsiz, irfandan hissesiz, kelâmdan bî-behre, akıldan yoksun, sorgudan muaf pek çok 'mistik ağa' milyonlarca insanımızı, gencimizi elimizden aldılar...

İlmin ve bilginin yerini tamâmıyle efsunun aldığı bir simülasyon...

İmam-ı Azam'a sorarlar, 'Bineğinin kaç ayağı var?' diye...

İner ve sayar, 'Dört' der...

Oysa bu efsunlu 'mistik ağa'lar, her şeyi kalp gözüyle bilirler...

Şeriatın zâhire göre hüküm verdiği cümlesi çok yaygındır...

Oysa bu efsunlu 'mistik ağa'lar, bâtını bilirler...

Peygamber kendisinden hakemlik istendiğinde muarızlara hep şunu söyler: "Ben anlattıklarınıza göre haklılık ve haksızlığa karar veriyorum, eğer yalan söylüyorsanız bilesiniz ki cehennemde elinizde kor ateşlerle uyanacaksınız"...

Oysa bu efsunlu 'mistik ağa'lar, gözlerini kapatırlar ve hakikat âleminde her şeyi görürler...

***

Tasavvuf kültürümüzü ve birikimimizi bir tarafta rezerve ederek söyleyelim; tarikatler tefessüh etmişlerdir... Siyasallaşmışlar, güçle tanışmışlar, para ile tanışmışlar ve bunların şehvetiyle yoldan çıkmışlardır... Devletten bağımsız olmaları olmazsa olmaz şartları iken devletle iç içe girmişlerdir...

Son yaşadığımız 15 Temmuz bâdiresinin ve travmasının atlatılması kolay olmayacak ve zaman alacaktır...

Fakat meselenin hukukî mücadelesinin yanında mesele ile teolojik mücâdele esas alınması lâzım gelmektedir...

Nesillerin bu 'mistik ağa'ların elinden kurtarılması vazifesi devletin boynunda borç olarak durmaktadır...

Yazarın Diğer Yazıları