Sebebi ayrılığımız!

Ben geldimmmm! Bu kadar heyecanlanacağımı düşünmemiştim. Elimin ayağıma dolaşabileceğini böyle; hiç hesap etmemiştim. Düpedüz, bu gazetede ilk yazdığım günkü gibiyim; rahmetli Necdet Sevinç’in, rahmetli Behiç Kılıç’ın verip-vermeyecekleri meçhul notlardan korkan o çaylak gibi. Tir tir yüreğim...
Öyle seri, öyle güçlü atıyor ki sözcüklerimden önce -eminim- kalbimin sesini duyuyorsunuzdur siz de.

***

Bir panik sardı sormayın gitsin; saatler, dakikalar akıyor, zaman daralıyor, “baskı saati” ni haber veren  “alarm telefonu”  çaldı çalacak ve ben -bu hâlâ büyük bölümü bembeyaz, bomboş- ekranı dolduramayacağım sanki; Alem havalı havalı  “efsane geri döndü” diye açar ikinci perdeyi; ben ise yine içten içe “beceremeyeceğim ben bu işi”  deyip masadan kaçmayı tasarlayan o kız çocuğu olarak çıkıyorum karşınıza iyi mi!
Aynı tasa işte:
- Ne yapacağım ben şimdi?

***

Âdet;  “sürçü lisan edersem affola”yla yapayım bari girişi.
Affedersiniz değil mi?
Kolay değil; hakikaten de  “ilk yazım” bir nevi;
Yeni hayatımın, huzurunuza çıkardığım ilk cümleleri.
Tanrım ikinci bir şans verdi; fırsat,  “hadi bakalım” dedi, yarım bıraktıklarını tamamla şimdi. Temizle bütün ukdelerini, toprak bir daha kollarını açtığında -ki kaçışı yok, açacak illa-  “keşke”  bırakma arkanda.
“Hayat bir gün” derler; doğruymuş.
“Erteleme” derler; doğru.
Küslükleri uzatmamak lazımmış gerçekten; an geldiğinde deli gibi istesek de zamanımız olmayacakmış barışmaya; yaşadığın kâr, yaşa(ya)madığın vuslatı imkansız bir hasret; tecrübe ettim o sessiz çığlıklarımla bir başına kaldığımda; dayanılır şey değil çaresizlik, bütün yaralardan daha çok kanıyor içinde, ne dikiş tutuyor, ne ilaç dindiriyor.
Keşke sonuyla yüzleşmeden kendinin kıymetini bilse kişi; havanın, suyun, çiçeğin, böceğin, alelade bir “merhaba”nın... Kötülük, hoyratlık bu kadar sık galip geldiğine göre olmuyor demek ki; yaşamadan mananın sırrına eremiyor insan.
Yaşadım; Kulaktan dolma olmaz biliyorum ama yine de uyarayım; bagajsız indiriyorlar  “son durak” ta. İktidar, güç, kuvvet, kudret, servet; hiçbiri geçer akçe değil;  “dönüş bileti” satılık değil; rüşvetle, iltimasla savılmıyor sıra!
TOMA’yla durduramıyorsun  “son gemi”yi mesela!
Ha, sen nasıl döndün derseniz;
Takdir-i ilahi!
İyi niyetler, temiz kalp, verilmiş sadaka belki!
Belki sınavım bitmedi!
Bilemem ki...

***

Bunları yazıyorum çünkü yaz(a)madığım süre içinde gelen e-postalardan anladığım kadarıyla dedikodu muhtelif. Belli ki sebebi ayrılığımıza dair birinci ağızdan, tatmin edici bir açıklama yapmak gerekli. Çok kısa ve net izah gerekirse:
Trafik kazası!
Kovulmadım, susturulmadım, hepimizde/hepinizde  “paranoya” ya dönüşen benzeri felaketlerden birine maruz kalmadım;
Adana’da, hani her ilde, ilçede mimli bir ölüm virajı olur ya, hıh işte öyle bir virajda arabamız yoldan çıktı, rapor edildiğine göre altı takla attı, kazayı gören köylüler bizi araçtan çıkardı, kırık dökük pikaplarıyla en yakın hastaneye ulaştırdı.
Velhasıl, -şükür- hayattayım, ayaktayım, kafa yoracak kadar dinç, kalem oynatacak kadar sağlıklıyım.

***

Gazetecinin kaderi, kaderin cilvesi, fıtrat;  “gündem” ölüme ramak kala bile buluyor bizi. Kızıldere adında bir köyün yanı başında yaptık kazayı. Sonradan öğrendim bir Alevi köyü. Bizi hastaneye yetiştirenler  “Dersimi”  diye bilinen Sinemilli aşiretinden. Sair zamanda bu kimlik bildirimini yapmak aklımın ucundan geçmez ama, Türk Milliyetçilerinin Alevilerle buluşmasını “cesaret”  ön şartına bağlayanlara, bu milletin fertleri arasında nifak sokmaya çalışanlara ibret olsun;
İdeolojik kodları ayan beyan ortada Yeniçağ yazarı ben, canımı borçluyum Alevilere! Ne cesareti, ne gidememesi, ne yüzleşememesi; en savunmasız halde kucaklarına düştüm,  “dayan abla”  diye diye, sırtlarında taşıdılar, canlarını dişlerine taktılar, yol boyu dua düşmedi dillerinden; bu insanlar mı alet olacak nefret oyununa!

***

İlk günden sert bir giriş olmasın, bu da adettir, teşekkürle bitireyim;
Önce Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ve bütün ailesine ama en çok annesi Zeliha Teyze’ye. Başımda bekledi, hastane sonrası ilk birkaç günümde yola salmadı, evinde kendi elleriyle hazırladığı organik reçetelerle baktı, annelik yaptı! Hakkı ödenmez.
Sonra Yörük Ali Paşa namlı emekli Tuğgeneral Ali Aydın’a; İstanbul’dan koştu geldi, bir dakika yalnız hissetmeme fırsat vermeyen  “guzuş” u, kızı Aslıhan ve eşi Ayşe Sultan’a,
Her konuşmamızda üzüntüsü sesine yansıyan patronum Ahmet Çelik’e,  “kız babası”  psikolojisinden zahir her dakika takipte olan Genel Yayın Yönetmenim Hayri Köklü, İcra Kurulu Başkanımız Ahmet Yabuloğlu ve Genel Müdürümüz Hasan Balaban’a,
Onca sağlık skandalından sonra hem şifa hem moral olan Başkent Adana Hastanesi doktorları ve yönetimine, ABB İmar AŞ Genel Müdürü Ertan Aşlak, Genel Sekreter Yardımcıları Hüseyin Obrukçu ile (titiz refakatçim) Halil Avşar’a, Arayan, soran, mesaj yollayan gazeteci-yazar-çizerler; Ercan Akyol, Melih Aşık, Uğur Becerikli, Tuncay Özkan, odatv ekibi, Müyesser Yıldız, Arslan Bulut, İbrahim Yıldız, Toygun Atilla, İsmail Özdemir, Erkan Acar, Adnan Bulut, Deniz Güçer, Prof. Dr. Cem Say, Mehmet Faraç, Amberin Zaman, Yıldıray Çiçek, Hilal Ergenekon, Ahmet Tan, Çiğdem Akdemir, Kürşad Zorlu’ya “Yapabileceğim bir şey var mı”  diye çırpınan Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu’na,
TBMM Başkanvekili Meral Akşener, TBMM İdare Amiri (hep babacan) Ali Uzunırmak, MHP Genel Başkan Yardımcıları Ahmet Kenan Tanrıkulu ve Şefkat Çetin, CHP Milletvekili Turgut Dibek, MHP Milletvekilleri Engin Alan ve kızı Tülin Alan’a, Necati Özensoy ve eşi Şermin Özensoy, Lütfü Türkkan'a Kötü gün dostu olduklarını yine gösteren MHP Özel Kalem Müdürü Murat Çeliker ve yardımcıları Bilal Aydın ile Özgür Özer’e,
Koruma Müdürü Selim Akay’a,
 “Vefa” sına ve ağabeyliğine defalarca tanık olduğum MHP eski Genel Başkan Yardımcısı Metin Çobanoğlu’na,
MHP MYK ve MDK Üyeleri Volkan Yılmaz, Mehmet Parsak, Özcan Pehlivanoğlu, Mehmet Kılıç, Musa Küçük, Erol Gül, Mete Han Özkan,  Savaş Çolak’a
Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal’a,
dostlarım Gökmen Kantar’a, Asude Yılmaz ve eşi, eniştem Atilla Yılmaz’a, Said Tutar, Fatih İşcan’a, Deniz Arslan Gürcan, Bahadırhan Altınışık’a, Mustafa Vanlı’ya, Kürşad Sungur’a, Ertuğrul Cevahir’e, Sağ olsunlar Veysi Kayıran’a, Eyüp Yıldız’a, Mehmet Ayhan Günaydın, Hakan Cem Küçükoğlu, Mehmet Ali Deniz, Uğur Tarhan’a, Mahmut Kılıç’a, İlker Öztürk’e, Atilla Çakar’a, Ahmet Yavuz’a, Alp Karaoğlu, Alper Kaan Boran, çiçeği burnunda yazarımız Dr. Misli Baydoğan’a, Av. Zülal Karatay’a ve unuttuğum-ya da adının ifşasından rahatsız olacağını bildiğim ama yüreği benimle olan diğer herkese ve okurlarımıza teşekkür ederim;
Bu tekrarını asla yaşamak istemediğim sınavı geçmeme yardımcı oldukları için!

Yazarın Diğer Yazıları