Türkistan’da büyük satranç...

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bu yıl 20. bağımsızlık yaşını kutladığımız Türk Cumhuriyetlerinin önemli bir süreci geride bıraktığını ifade etmeliyiz. Bağımsızlığın ilk yıllarında ertesi güne bile şüpheyle bakılmakta, ülke içerisinde kaos ve karmaşa hakim olmakta ve kapitalist sistemin baş döndürücü yanı en ağır şekilde hissedilmekteydi. Yer altı zengini bu ülkelerin henüz öz kaynaklarını nasıl değerlendirebileceklerine yönelik planlı ve sistemli bir yönetim tarzı bulunmuyordu. Ancak buna rağmen bağımsızlık özlemi her şeyin üzerindeydi.
Yıllar boyu örselenen ve ötekileştirilen bireyler, kültürler ve inançlar artık geleceğe kendi pencerelerinden bakabilme fırsatını yakalıyordu. Özellikle 1991-1994 yılları arasında aşırı merkeziyetçi-bürokratik sistem, kapitalist ekonominin gereklerini etkili bir dönüşüm sürecine taşıyordu. 1995-2000 yıllarında ekonomik büyüme, refah artışı, doğrudan dış yatırım gibi ekonomik hususlarda hızlı adımlar
atılmaktaydı.
Bu 10 yıllık süreçte Rusya’nın dağılan ekonomik sistemini onarma ve kendisini toparlama çabaları ABD, Çin ve bazı Avrupalı ülkeleri Orta Asya’ya ve özellikle de Hazar enerji yataklarına yakınlaştırıyordu. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’da çok uluslu şirketlerin sahneye çıkması bu gelişmelerle paralellik arz etmekteydi. Aynı dönemde AB Gümrük Birliği ile vakit kaybeden Türkiye’nin beklenilen yatırım desteğini verememesi, küresel firmaların Türk Cumhuriyetlerinde yayılmasına zemin oluşturuyordu.
Küresel kapitalizmin kollarını uzattığı bu coğrafyada Türkmenistan “Bağımsızlık” sözleşmesini imzalayarak, Özbekistan içe kapanma siyasetini hızlandırarak, Kazakistan ise çok yönlü ve dengeli siyasetini etkin kılarak bağımsızlık sürecinde yapılması gerekenlere zaman kazandırmaya çalışıyordu. Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev’in “ya birlik olacağız ya da hammadde kaynağı” şeklindeki sözleriyle bölge ülkelerini ileri derecede işbirliğine davet etmesi bu coğrafyada rol kapma yarışının bir tezahürü olarak kabul edilebilir.
2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de ekonomik ve siyasi krizin, bölgede de yeniden Rusya’nın dirilişiyle karşılaşılıyordu. Rusya bu kez iddialarını küresel gelişmelerle dönüştürüyor ve enerji koridoru olma özelliğini önce Avrupa’ya sonra da bir dönem bölgeden aslan payı almak isteyen ülkelere gözdağı vererek kullanıyordu.
Türk cumhuriyetlerinin dış ticaretinde Rusya’nın ilk sırada olması, Türkiye’nin ise oldukça geri durumda kalması AB ve Ortadoğu politikalarına sıkışmış, terör sorunu ile boğuşan Türkiye gündeminin önemli sonuçları arasındaydı.
Son dönemde ise Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında kaybettiği konumu ekonomik entegrasyona dayalı projelerle perçinleme çabalarına şahit oluyoruz. Kazakistan, Belarus ve Rusya arasında kurulan Gümrük Birliğinin 2020 yılına kadar Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ı da içine alabilmesi muhtemeldir. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye arasında oluşturulan Türk Konseyi, Türkiye adına yapılan en doğru iştir. Halil Akıncı gibi tecrübeli ve Rusya’yı yakından tanıyan bir diplomatın genel sekreterliğe getirilmesi önemlidir.
Son olarak Kazakistan tarafından Genel Sekreter yardımcılığına atanan Prof.Dr. Darhan Hıdırali kuruma güç katacaktır. Ancak Türk dünyası hala Türkiye’nin asli gündeminin dışındadır. Türk kamu bürokrasinin bu konuya ilişkin algısı oldukça zayıftır. On yıl önce de böyleydi, bugün de...Ve ne yazık ki kimin nasıl ve ne zaman bu gündemi oluşturacağı meçhuldür. c

Yazarın Diğer Yazıları