Türkiye’yi bekleyen tehlike...

PKK geçmişten bugüne faaliyetlerini, kapsam ve içeriğini uyarlayarak salt “terör” çizgisinin ötesinde farklı coğrafyalara da etkisi olan “terörizm” boyutuna taşımıştır. İdeolojik temelleri kuvvetlendirilmiş ve “hak ve özgürlükler mücadelesi” temelinde sunulan girişimlerle giderek daha belirgin biçimde gerilla gücü olarak tanımladıkları örgütün potansiyeli, bölgenin yeniden dizaynı için kullanıma açık hale getirilmek istenmiştir. Ne yazık ki dünyanın neresinde olursa olsun tüm terör örgütleri terörden beslenen büyüme stratejilerini arka planda bir ya da birden fazla kurgulayıcı ülke ve kuruluşla genişletme eğilimi taşımaktadır. Bununla birlikte PKK’nın bir süredir devam eden eylemsizlik kararının da ifadesi anlamına gelen “çözüm sürecinden”ne beklediği ve Hükümetten ne istediği netlik kazanmış değildir. Bu süreçte “hak ve özgürlüklerin genişletilmesi” bağlamında elde edilen bir takım kazanımların PKK ya da onun siyasi uzantısı olan HDP tarafından hangi noktaya götürülmek istendiği belirsizliğini korumaktadır. Hükümetin PKK-İmralı-HDP çizgisinde uzun süredir yürüttüğü görüşmelerin (çatışmaları azaltmakla birlikte) gelecekte “demokratik özerklik” tartışmalarının odağında yer alması kaçınılmaz gibi gözükmektedir. İşte tam da bu noktada IŞİD ile ivme kazanan demografik ve sınır hareketlerinin dikkatle takip edilmesi gerekmektedir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki oluşan fili durum itibariyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalarak Türkiye’ye gelen sığınmacıların kabul edilmesi doğru bir yaklaşımdır. Ancak özellikle IŞİD saldırılarının ardından yoğunlaşan sığınmacıların bölgede ne kadar süre kalacağı ve yerleşik bir hal alıp almayacağı tartışmalıdır... Hükümet yetkilileri de bu ihtimal dahilinde sık sık “sığınmacıların güvenli biçimde geldikleri yerlere uygun zamanda gönderilmesi” hususunu vurgulamaya başlamışlardır. Çünkü yüz binlerle ifade edilen sığınmacı kitlesinin -gelecekte meydana gelebilecek bir özerklik hareketi de göz önüne alındığında - provokasyona açık bölgelerde konuşlandırılması Türkiye’nin önemli bir iç meselesi haline gelecektir. IŞİD’in Kobani başta olmak üzere Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerden Türkiye’ye bir göç dalgası başlatması, IŞİD açısından bilinçli ya da bilinçsiz stratejik bir hamle haline dönüşmektedir. 
Diğer bir mesele şudur... PKK ve Türkiye içerisindeki uzantılarının yakın geçmişte ortaya koyduğu davranış biçimi ve IŞİD’in olası bir kutuplaşma halinde Türkiye üzerinde yapacağı hamleler, sadece sığınmacıların yoğun olduğu yerler değil tüm ülke genelinde provokasyona ve saldırı tehlikesine zemin oluşturmaktadır. Son günlerde basında yer alan “IŞİD’in bazı illerde örgütlendiği” iddiası bile örgütün ülke içerisinde çok çabuk zemin bulabildiğine yönelik işaretler vermektedir. IŞİD’e karşı oluşan koalisyon içerisinde Türkiye’nin belirgin ve etkili bir konum alması, örgütün Türkiye’yi öncelikli hedef haline getirmesine neden olabilecektir. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi, zaten sınır bölgesinde suistimallere açık bir alanla süreci yönetmeye çalışan Türkiye’nin, içeride de olası terör saldırıları ile yavaşlatılmasını doğurur ki bu durum ülkenin yalnızca güvenliğine değil ekonomisine ve siyasi istikrarına da ciddi zararlar verecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM nezdinde yaptığı konuşmada “sadece IŞİD değil (PKK’yı kastederek) tüm örgütlerle mücadele edilmesi” gerektiğinin altını çizmesi, PKK-IŞİD ikileminde meydana gelebilecek kırılgan ilişki alanına dönük bir tehlike belirtisinin de uzantısıdır. Türkiye bu süreçte hem sınır ötesindeki gelişmeleri kontrol altında tutmak, hem de ülke içerisindeki olası tehlikeleri bertaraf etmek zorunda bırakılmaktadır. Türkiye katkısı açısından BM nezdinde oluşturulacak güvenli bölgelerin ve uçuşa kapalı alanların korunması ve sürecin her adımına yönelik istihbarat desteği verilmesi en iyi ihtimal olarak görülmektedir. 

Yazarın Diğer Yazıları