Vekâlet mi yoksa sefalet mi?

Vekillik piyasası hareketli. Özellikle iktidar cenahında deyim yerindeyse  “cümbüş”  var. Herkes de bir  “heyecan”  değmeyin gitsin.
Pek çok tanıdık sima var iktidar cümbüşünde. Daha dün muhalif partilerde vekil olmak için süslenenler bugün iktidar cenahında  “nasibini”  arıyor...
Bürokratların durumu ise daha şenlikli...
Beklentiler terk edilen koltuklara göre dereceleniyor. Risk büyük, koltuk bırakarak yarışa soyunuyorlar; ya onların yokluğunda birileri  “ağabey zati bu Paraleldi” deyip koltuğa konuverse?
Dolayısıyla doğru hesap yapmaları gerekiyor. 
Bu arada sınavları da tek tek geçecekler. Nitekim İsmet Paşa’nın “açık oy kapalı tasnif” ini bile geliştirerek “kapalı oy, kapalı tasnif” yöntemini demokrasimize hediye eden “asrın partisi” nden aday olacaklar. 
Kaç oy aldığını bilemese de destek için kapı kapı gezilecek, paralelizme karşı nasıl mücadele ettiğini delillerle anlatacak, asrın liderine sevgisini ispat etmek için muhayyilesini zorlayacak, millete hizmet yolunda ak ile akçe ilişkisinin şer’i çizgilerle nasıl kurulacağı izah edilecek vs.. İşleri zor yani.
Kazanma ve kazanamama, aday olabilme ve olamama durumlarını da hesap etmeleri gerekiyor. 
Tepeleri bırakıp gelenlerin seçilmeleri yetmez, bıraktıkları geliri, makam araçlarını, sekreterleri, danışmanları, yan gelirleri tolere edebilecek bir pozisyona da oturmaları gerekiyor. Memleket için rahatlarını bırakıp yollara düşen yüksek bürokratlarımız doğal olarak Bakanlık istiaresine de yatmak zorundalar.
Kolay değil bürokrasinin en kudretli makamlarını bırakıp milletine hizmet için yollara düşmek; devlet onların bu fedakârlıklarını takdir etmeli, değil mi?
Biraz aşağıda pozisyonu olup Bakanlık için istiareye niyet bile edemeyecek zevat ise ellerinde hesap makinası vekil maaşına yolluk ve yevmiye takviyesi ile rahat bir vekalet ve nihayet tatlı bir emeklilik hayal ediyorlar. Seçilemezlerse Bakan veya Müsteşar Yardımcılığına  “fit” olmaya hazırlar.
Bir de bu yarışı kaybedeceğini bile bile yola koyulan  “tavşan”  adayların durumu var ki evlere şenliktir. Tevazû abidesi bu ağabeyler, “aday adayı” kimliği ile mevcut pozisyondan bir adım yukarıya atlamayı hayal ediyorlar.
Bu cümbüşte “yahu ne yapıyorum?”  deyip bu gidişin “vekâlete mi yoksa sefalete mi” olduğunu kurcalayan yok...
Siyasetin insanı kendinden geçiren hayal dünyasında binmişler bir alamete gidiyorlar...
***
Bunların içinde öyle kimseler var ki onların hâli bize de bizden sonrakilere de ibret olacak cinstendir. Ömürlerinin ahirine gelmişlerdir ve ne hazindir ki bir vekillik uğruna 40 yılda biriktirdiklerini bir çırpıda harcamaktadırlar...
40 küsür yıldır takip ettiği yola, arkadaşına, hasılı kendisine hakaret edenlerin kapısını aşındırırken  “yahu ne işin var oralarda” diyenlere  “ne yapayım 50 yıldır mücadele ettiğim mekândan bir şey olacağı yok!”  minvalinde cevapları daha da ibretliktir.
Necip Fazıl’ın dediği gibi  “öz ağzımdan kafatasımı kusturacak”  nokta ise cismen olmasa da fikren ait olduğunu iddia ettiği fikri yapıyı  “bunlar Fatiha bilmez!”  retoriğine bağlayan kapıda davasının hakikatlerini hayata geçireceğini zanneden muhayyiledir.
“Ahir ömrümüzde vekâlet kayığına binelim” içinse bu  “bahaneler” anlaşılabilir lâkin hakikaten inanılıyorsa yeni adresin ulviyetine eski siyasi aidiyetleri bir kenara bırakıp yeni kimlikle siyaset yapılmalıdır.
Ahlâki olan budur...
Aksi durum ise bana babasının evini terk edip gözü hâlâ baba evinin kilerinde olan hayırsız evladın durumunu hatırlatıyor.
***
Tamam, MHP bir türlü istediğimiz tadı vermiyor olabilir. 
Eleştirilecek pek çok yanı da olabilir.
Altın tepside uzatılan meyveyi incelemekten yemeye fırsat bulamayan bir tarzla yönetiliyor da diyebilirsiniz.
Fakat “Bunlar Fatiha bile bilmez” diyenlerin kapısında ikbâl dilenecek kadar da umutsuz mudur durum?
Ülkücü gurur, vakar, duruş  “istenmezsem karşı dükkâna giderim!” den mi ibaret? 
Soruyu sorup bu bahsi kapatalım:
Bir dava adamı için müstehzi bakışlar altında bir vekâlet için kapı kapı dolanmak mı, yoksa Hz. Ömer’in bedevisi gibi, gördüğü eğriyi düzeltmek için mücadele mi?
Hangisi daha onurlu?

Yazarın Diğer Yazıları