“Vicdandan uzak bir Tanrı inancı korkunçtur”

Dostoyevski’nin hayatını anlatan güzel bir Rus filmi izliyorum Pazar geceleri, Ulusal Kanal’da. Altyazılar çabuk değişmese diziden alınacak zevk fevkalade olacak. Gene de biyografisinde okuduğun pek çok şeyi bu filmde görmek hoşuma gitti.
Dostoyevski, Baden Baden’de (Almanya) rastladığı Turgenyev’le konuşuyor. Hiç ödün vermez bir fikir adamı aynı zamanda. Moskova’da bir doktor arkadaşının evindeki yemekte bir gençle yaptığı tartışma oradakileri şaşkına çevirmişti. Kendisi liberal fikirlerinden ötürü Çar tarafından idama mahkum edilenlerden biri olarak, idam yerine götürülmüşken ve tam kurşuna dizilecekken Çar’dan bir af haberi geliyor. Buna rağmen o tartışmada Çar’ın Rusya’nın güveni için lüzumlu olduğunu çok inandırıcı bir şekilde anlatmış ve arkadaşının aktris olan eşi tarafından alkışlanmıştı. Galiba Dostoyevski’nin, övgü alan hasleti, fikrî cesareti ve bunu savunmadaki hitabetiydi. Çünkü Turgenyev de o tartışmayı cevapsız bırakarak sonlandırdı. Dostoyevski “vicdandan uzak bir tanrı inancı korkunçtur”  demişti.  “Siz liberaller, kendinizi yok ettiniz. Sonra da Rusya’yı yok edeceksiniz.” Dostoyevski’nin sıkı bir Slav milliyetçisi olduğunu başka bir yazımda belirtmiştim.

 


***

 


Yukarıya aldığım iki paragraf bana Türkiye’nin bugün içinde olduğu fikir hercümercini (karışıklık) hatırlattı. Bir yandan dindar gibi görünen ama vicdan eksikliği olan bir hakimiyet, bir taraftan neo-liberalizmin saldırıları, bir taraftan milliyetçiliği ayaklar altına alan bir Başbakan. Hangisine inanacaksınız?
Dostoyevski’nin çağdaşlarının eserlerinde aydınlar boyuna Batılılıkla yerlilik arasındaki çelişkileri ve hatta çatışmaları tartışırlar. Çehov’un “Vişne Bahçesi”nde de öyledir. Dostoyevski’nin hemen hemen bütün eserlerinde...
Rus entelektüel hayatı da bizimki gibi şaşkınlık içindedir ve bu durum Rus siyasi hayatını büyük ölçüde etkiler. Aslında gelecek olan değişimi, devrimi, onu hazırlayan etmenlerden biri de daha önce Tolstoy’un yaptığı ruhsal ve toplumsal tahlillerde kendini belli eder. Mesela, Anna Karenina’da soylu Levin’in arazisini satın almaya gelenler görgüsüz burjuvalardır.

 


***

 


Avrupalılaşmakla, yerli kalmak 19. Yüzyıl Rusya’sında en hayati meseledir. Bununla beraber büyük Rus yazarları ve aydınları Rusya sevgisiyle doludurlar. Dostoyevski de aynı sevgiyi romanlarında ve kendi kişiliğinde somutlaştırır. Sokaktan geçerken rastladığı bir düşmüş kadın, bir yoksul adam, ona sevgili ve talihsiz Rusya’sını hatırlatır. Rusya’yı bütün sefaleti ve görkemiyle sever. Son filmde ilginç bir sahne vardı.  “Suç ve Ceza” daki olayı Dostoyevski, bir kahvede yan masada konuşan öğrencilerden duyuyor. Yani tefeci kadın öldürülmeli mi öldürülmemeli mi? Kadının varlığı zararlıdır ve yokluğu da hiçbir önem taşımayacaktır ama Dostoyevski’nin orada sorduğu bir soru vardır ki çok çarpıcıdır:
 “Ya ilahi adalet?”
Sibirya’daki 10 senelik kürek cezası ona birçok şeyi öğretmiştir, o da bunu bilmektedir. Bir sürü zaafına rağmen o iyi bir ahlaklılık örneği göstererek ölen karısının çocuğuna ve kardeşinin ailesine bakacak kadar da merhametlidir. Kumar oynayarak, kadınları terk ederek veya onların tutkuyla peşinden koşarak çılgınlıklar yapan Dostoyevski, Suç ve Ceza’yı sırtında paltosu, çay içerek, soğuk bir odada yazmıştır. Ruslar ve Türkler birbirlerine benzer. Coşkulu, saf ve doğuludurlar. Yalnız bilmiyorum, biz ülkemizi o ölçüde sevebiliyor muyuz! Bunu da romancılarımız anlatacak.

Yazarın Diğer Yazıları