Yeni anayasa, toplumsal kutuplaşma ve meşruluk

İç ve dış politikadaki gelişmeler, derinleşen terör ve güvenlik sorunu Türkiye'yi giderek yalnızlaştırıyor ve toplumsal kutuplaşma daha da belirginleşiyor. Bir tarafta göreli olarak öfkeli, mutsuz ve umutsuz insanlar diğer tarafta ise buna karşı farklı saiklerle kendi bütünlerini koruma gayretindeki vatandaşlar... Gerçekten bu bölünmüşlük ve güven kopuşu ülkenin en önemli sorunlarından birisi haline gelmiş durumda. PKK terör örgütü "iktidara karşı bizimle olun" diyebilecek bir zeminin varlığını ihtimal dahilinde görüyor. Her şeye rağmen milletin sağduyusu ve birlik-düzen anlayışının yanında saf tutması hâlâ üzerinde inşa edebileceğimiz bir gelecek tasavvuru açısından oldukça kıymetli. Burada asıl odaklanılması gereken nokta, terör örgütünün ülke gerçeklerinden uzak böyle bir yaklaşımı kamuoyuna açıkça yönlendirmiş olması.

Toplumsal uzlaşma ve meşruiyet

İşte ortaya çıkan bu sosyal /siyasal tablo karşısında toplumsal uzlaşmanın sağlanabilmesi hayli zor gözüküyor. Toplumsal uzlaşma, en azından %70-75 düzeyinde bir millet kesiminin ülkenin geleceğine ilişkin meselelerde ve özellikle sistemin ya da iktidarın meşruiyeti konusunda ortak bir kanaate erişebilmesiyle sağlanır. Üstelik sosyal güç dengesinde radikal bir değişim ve bu yolla yeni bir toplumsal meşruiyet anlayışının meydana gelmesi mümkündür. Bu durum mevcut kutuplaşmanın hem gerekçesi hem de neticesi olmaya adaydır. M. Duverger "iktidarın tek kaynağı o iktidarın uygulandığı toplumun norm ve değerler sistemince saptanan meşruluk şemasına uygun olmasından" söz eder. Eğer bugün toplumda yaşanan kutuplaşma ve tahammül sınırlarını zorlayan fikri ayrışma görmezden gelinirse öyle ya da böyle siyasi iktidarın meşruiyet sorunu ortaya çıkar. Böyle süreçlerde salt yasallık ile meşruluğun eşdeğer görülmesi ve millî irade üzerinden bir egemenlik dayatmasına gidilmesi tahrip edici ve onarılması güç hasarlar meydana getirebilir. Zira yasallık (pozitif hukuka uygunluk) meşruluk için gerekli ama her durumda yeterli bir karine değildir. Güçlü ve etkili bir meşruiyet zemininde yasallık olduğu kadar toplumun değişmeye muktedir meşruiyet anlayışı ve algısı da yer alır.

Bununla birlikte iktidarın meşruluk kaynağı millî irade ise buradan (siyasi iktidar) çıkacak her karar ve uygulamanın meşru sayılması gerektiği iddiası, Anayasanın üstünlüğü başta olmak üzere kişi özgürlüğünü zedeleyen bir süreç doğurabilir. Çünkü kime ait olursa olsun mutlak egemenlik, mutlak bir rejimi beraberinde getirir. Oysa bizim Anayasamızdaki temel yaklaşım, egemenliğin bizzat kendisinin kayıtsız ve şartsız, yani mutlak olmasından ziyade siyasal iktidarın kaynağının millette bulunması, sadece milletten gelen ve ona dayalı bir iktidar fikrini taşıması şeklinde olmalıdır.

Nasıl bir yaklaşım?

O halde toplumsal katmanları olabildiğince buluşturmak ve meşruiyet sorunsalını uygun bir mecrada irdeleyebilmek açısından devletin çatısını oluşturan Anayasa yapımının bir "sosyal sözleşme" niteliği taşıması gereklidir. Anayasanın değiştirilemeyecek hükümleri, vatandaşlık tanımındaki yaklaşım, temel hak ve hürriyetlerin sınırları ve kuvvetler ayrılığının geleceğini belirleyen egemenliğin kaynağı ve kullanımı meselesinin "sosyal sözleşme" idealinden asla koparılmaması çok önemlidir. Geçmişte çoğunlukla olağanüstü koşullarda ve kimi dönem daha öncesine bir tepki anlayışıyla hazırlanan Anayasaların toplumun değerlerinden uzak oluşu ya da en azından zamanla uzaklığını artırması bugünkü anayasa yapım sürecine örnek teşkil etmelidir. Kapalı kapılar ardında, devletin kökleşmiş gelenek ve teamüllerinin dışında, vatandaşın gündeminden ve değer yargılarından kopuk ve demokratik görünümlü kurullarla hazırlanacak bir anayasa metninin daha baştan meşruluk krizi yaşayacağı aşikardır.

Yazarın Diğer Yazıları