Yeni dönemin adı: Cumhurbaşkanlığı Sistemi

Ak Parti'de Ahmet Davutoğlu dönemi 22 Mayıs'ta sona eriyor. Bu aynı zamanda Türkiye'nin 62. Hükümetinin de sonu olacak. Yeni bir Genel Başkan, yeni bir Başbakan ve yeniden dağılacak güç alanı siyasal tarihimizin önemli kırılma anlarından birisini teşkil edecek. Çoğunlukla Erdoğan-Davutoğlu arasındaki ilişkisel bağlam sorunun temel kaynağı gibi görülse de aslında odaklanılması gereken çok daha önemli ve kuşatıcı başka bir süreç var. Öyle ki bu değişimle birlikte Türkiye'nin siyasal-yönetsel sisteminde iki esaslı dönüşüm gerçekleşiyor.

Birincisi; hükümet sistemi olarak Başkanlık modelini geçerli kılan ve onu işlevsel hale getiren yönetim ruhu toplumun algısına ve kabul edebilirliğine sunuluyor.

İkincisi; daha kısa vadeli olarak ve özellikle Başkanlık modelinin kabul görmemesi durumunda bundan böyle sürdürülecek yeni yönetsel anlayışın nasıl bir içeriğe sahip olacağı ortaya konuluyor.

Bunun adı Cumhurbaşkanlığı Sistemi...

Kim ne derse desin bir süredir Sayın Erdoğan'la birlikte yeniden yapılandırılan ve kamu yönetimindeki etki alanını hızla genişleten Cumhurbaşkanlığı, gerek liderlik gerekse örgütsel anlamda yürütme erkinin başı olacağını açıkça beyan ediyor. Belirli yasaların çıkarılması, istenen atamaların ve kararnamelerin gönderilmesi, alt yönetim kademelerinin bir labirent halinde Cumhurbaşkanlığı aygıtı ile ilişkilendirilmesi vb.. uygulamalar Cumhurbaşkanlığı Sisteminin birer alt sistemi olarak tezahür ediyor.

Peki bu sistemin taşıyıcı kolonları ve ayırt edici özellikleri nelerdir?

Demokrasi-Otokrasi arasında gidip gelen pek çok karar ve uygulama bir arada değerlendirildiğinde Cumhurbaşkanlığı Sisteminde, Başkanlık modelinin çok üzerinde ve ötesinde bir güç alanı meydana gelebilmektedir. Bunun için gerekli 3 koşul bulunmaktadır.

(1) Cumhurbaşkanının partisi tek başına iktidarı elde etmiş olmalıdır.

(2) Cumhurbaşkanlığı makamında siyasal örgütlenme açısından "kurucu lider" pozisyonunda birisi yer almalıdır. Bununla birlikte halkın oylarıyla seçilen bu Cumhurbaşkanının %55 ve üzeri bir oy alması bahsedilen pozisyonu daha da pekiştirecektir.

(2) Haliyle bu sistemi yerinden oynatabilecek ya da alternatif olarak sistemin yerine geçebilecek bir muhalefet olmamalıdır.

Esasında bu süreç 1950'den bu yana süregelen, kamu yönetiminin siyasal otorite karşısında uğradığı statü kaybının farklı bir yansıması olarak irdelenebilir. Özellikle o yıllardan itibaren siyasal otorite, yönetim erki üzerinden muazzam bir denetim kurmaya başlamış ve yönetimin avantajlı alanı pasifleşme yoluyla siyasetçinin kontrolüne geçmiştir.

Kamu yöneticisi pozisyonu...

Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile artık parlamenter sistemin yürütme gücü fiilen Cumhurbaşkanı'nın kontrolüne geçmekte ve Başbakan bir nevi kamu yöneticisi pozisyonuna taşınmaktadır. Gerçi bizdeki parlamenter sistem arızalı ve eksik uygulandığı için bundan önce de "Başbakanlık Sistemi" diyebileceğimiz bir yönetim modeli geçerliydi.

İşte bu nüansları ve geçişleri belirginleştiren anlayışı yine "liderlik" mekanizmasında aramak gerekir. Çünkü yeni dönemin şifresi, "liderlik" gücü ve yetkinliğinin savaşlarıyla elden ele geçebilir. Ve bugün karşı karşıya olduğumuz Cumhurbaşkanlığı Sistemi, yerini yeniden Başbakanlık Sistemine bırakabilir. Örneğin Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı görevinin ardından yeniden AKP'nin başına geçmek istese bu kez hangisinin hayata geçirileceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Son olarak bu yeni dönemde AKP içerisinde mutlak bir kriz beklentisi (bugünkü siyasi yelpaze ve muhalefet dikkate alındığında) yanıltıcı olabilir. Zira yukarıda ifade edildiği üzere meydana gelen gelişmeler ilişkisel bağlamın ötesinde bir sistem inşasını öngörmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları