“Aydın” kime denir

Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi’nden emekli bir öğretim üyesi. Yıllardır amfilerde; ders, konferans verdiği salonlarda, sunumlarının sonunda bir tek soru sormuş dinleyicilerine:

- Bana Türkiye’de yaşayan üç aydının adını verebilir misiniz?

“İnanın bana bu güne kadar hiçbir salonda bana 3 aydın adını birbiri arkasına söyleyen biri çıkmadı” diyor.

Bu  “durum” a binaen,  “Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün heykellerinin yıkıldığı, büstlerinin tekmelendiği, bayrağımızın ateşe verildiği şu günler”in de etkisiyle, 9 yıl önce vefat eden “Türk aydını” Atilla İlhan’a ithaf ettiği yazısını göndermiş.

Bu hafta “Sizden Gelenler”i o yazıdan alıntılarla başlatalım:

 “(...) Bu yazıyı yazarken ve değişik zamanlarda, bilim adamı statüsünden maaş alan, önemli bir kısmı yabancı ülkelerde eğitim görmüş ve doktora yapmış onlarca, hatta yüzlerce dosta, arkadaşa, meslektaşa “aydın kelimesinden ne anlıyorsunuz?” sorusunu yönelttim. Aldığım yanıtlardan, doğrusu, ortak bir öz ya da fikir çıkaramadım. (...) Kural olarak hepsi, bilgili olmayla aydın olmayı özdeşleştiriyordu. (...) halk arasında zaman zaman duyduğumuz, “çoban; ama aydın bir kişi, tahsili yok; ama aydın bir kişi” gibi tanımlamaların ne anlama geldiğini sorunca, ayrıcasız hepsinin afalladığını gözledim...

(...) “Şu anda ülkenizde aydın olarak gördüğünüz ilk 10 insanın adını verebilir misiniz?” şeklindeki bir sorunun yanıtlarında, ortak bir isim çıkmadığı gibi, 10 rakamına da hiç bir zaman ulaşıldığını görmedim. En ilginci de, son 40 yıldır bizi yöneten politikacıların hiçbirinin bu sıralamaya sokulmamasıydı...

(...) O zaman aydın kavramının, ait olduğu toplumun yapısına bırakılmaksızın, ayrı bir nitelik olarak incelenmesi gerekir. Belki de bunları, bir ormanda yücelmiş dev bir ağaç ya da çıplak bir dağın başında tutunmuş bir ardıç, bir çölde vaha olarak görmek gerekir.

(...) Dogmatik (koşullanmış) duygulardan kurtulmuş ya da kalıtsal olarak bu yapıda olmayan, kendisi uygulasa da uygulamasa da yeniliklere açık olan, bir sorunun nedenini araştıran, bilgi toplayan, öğrendiklerini çevresindekilere yaymaya çalışan ve onlarla paylaşan, düşüncelerini özgürce savunan, baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere karşı uygarca ve cesurca karşı koyabilen, toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından ödün verebilen, edindiği bilgiler ile doğru varsayımlar kurabilen ve yargıya ulaşan, yeni bilgilerin ışığı altında kazanmış olduğu eski ya da yanlış düşünce ve tavrını değiştirebilen, başka insanların yanılgılarına da hoşgörülü olabilen, ... kişi aydın olarak nitelendirilebilir.

Bilgisini sadece kendisine saklayan bir hekimin, bilgisini üstünlük kurmak için kullanan bir politikacının, çıkar sağlamak için çağdışı öğretileri devam ettirenlerin, kendini doğrudan ilgilendirmeyen konularda fikir ve bilgi edinmeye çaba göstermeyenlerin ve insan soyunun geleceğini ve çeşitliliğini tehlikeye düşürecek her türlü eyleme destek verenlerin, kazanılmış kültürel aydınlığı karanlığa çevirenlerin aydın olarak nitelenmesi düşünülemez.”

Ahmet Cevad’ın anısına

Karşı karşıya kaldığımız  “isyan”a isyan eden nitelikli bir çoğunluk yaşıyor bu ülkede. Ve bu hafta boyu onlardan gelen mesajlar haklı olarak ve fakat hukuka takılacak -yeterince dava yağıyor malum başımıza- derecede öfke dolu.

Yazık ki “dil ve üslup”tan ötürü sizinle paylaşamayacağım o yazılar yerine “anmalar”la devam edelim bugün “sizin” yazdıklarınıza.

Türk Eğitim-Sen Artvin Şubesi’nden Hüseyin Özer, 9 Ekim 1937’de henüz 45 yaşındayken “Türkçülük yaptığı için” kurşuna dizilen ve  “efsane”ye dönen “Çırpınırdın Karadeniz”in şairi Ahmed Cevad’ı anmış:

 “1955’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Başsavcısı, şaire karşı ileri sürülen ithamların asılsız olduğunu belirtti ve Ahmed Cevad’a ölümünden sonra beraat verdi. Dolayısıyla suçsuzluğu geç de olsa anlaşılmış, Sovyet Rusya tarafından itibarı 1955 yılında iade edilmiştir.

Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deydi... Sarıkamış felâketi sonrasında felâketzedelerin imdadına koşan Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi’nin öncüleri arasında görev alıyordu.

(...) Kamu-Sen Artvin İl Temsilciliği tarafından Azerbaycan Hocalı Soykırımı’nın 19. Yılı münasebetiyle 25-26 Şubat 2011 tarihlerinde düzenlenen etkinlikler için ilimize gelen Azeri ses sanatçısı Cavit Tebrizli’yi programın ardından Trabzon Havaalanı’na götürüyorduk. Yola devam etmekteyken, Hopa’da deniz kıyısında durmamızı söyledi. Karadeniz’in azgın dalgalarını hayranlıkla seyrederken bir taraftan da ” Çırpınırdın Karadeniz...“ ezgisini söylemeye başladı. Sonra bize dönüp, ” Artvin olarak Ahmed Cevad’ı unutmayın. O’nun bu topraklarda Türk Milletine çok hizmetleri ve emeği var“ dedi.

Sesi kadar mütevazı kişiliğine de hayran kaldığım ve tanımaktan onur duyduğum Cavit Tebrizli’nin nasihatini hatırlayarak, Ahmed Cevad’ı ölümünün 77’nci yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyorum... Milletimize ölümü pahasına hizmet etmiş bu büyük şair, Azerbaycan Milli Marşı’nın da söz yazarıdır. Azerbaycanlı fikir adamı, müzik dehası ve Milli Marşın bestekârı olan Üzeyir Hacıbeyli, Nuri Paşa komutasındaki Türk Ordusu’nun Azerbaycan Türklerini soykırımdan kurtarmak amacıyla Azerbaycan’a gönderilmesi nedeni ile duyduğu sevinçle 1918 yılında bu eseri bestelemiştir. Allah her ikisinden de gani gani rahmet eylesin...”

Yazarın Diğer Yazıları