Eriyen zaman…

Eriyen zaman…

Bir zamanlar hepimiz çocuktuk. Kimimiz köylerde, kimimiz büyük şehirlerde kimimiz ise kasabalarda geçirdik çocukluğumuzu. Herkesin çocukluğu, iklim ve coğrafi yerlerde farklı geçse bile ortak düşüncemiz hep aynıydı, oyun oynamak. Çocukken hayatın hiçbir zaman bitmeyeceğini düşünürdük. Sonsuz bir dünya… Her mevsimi bizlere ayrı bir güzel gelirdi. Hele köy yerlerinde büyüdüyseniz mükemmel bir çocukluk geçirmişsinizdir.

Geçmiş yılları özlemek…

Benim çocukluğum köy yerinde geçti. Sabahın ilk ışıklarında uyanır uyanmaz hemen dışarı fırlardık. Daha gözler açılmamış, saçlar darmadığın yüzümüzü bile yıkamadan aklımıza gelen ilk soru, acaba arkadaşlarımız uyanmış mı? Dışarıda gördüğümüz arkadaşlarımızla hemen bir araya gelip mutlaka oynayacak oyunlar bulurduk. Tam oyunun en tatlı yerindeyken annelerimiz seslenirdi. Kahvaltı hazır, herkes sofraya. İstemeye istemeye boynumuzu bükerek eve girerdik. Önce çeşme başına geçerdik, ellerimizi yıkardık ardından da sofraya otururduk. Kalabalık bir aileydik. Sofrada bile çoğu zaman kardeşlerimizle kavga ederdik. İnanınız ki o kavgaları bile özlüyorum. Kahvaltıdan sonra annemize yardım ederdik hızlı bir şekilde. Aklımız hep dışarıda olurdu, bir an önce arkadaşlarımızla oynamaktı. Kızlar genellikle, ip atlama, çizgi, yakan top ve beştaş oynardı. Erkekler ise genellikle futbol ve misket oynarlardı. Bazen erkeklerle birlikte çelik çomak ve misket hata futbol bile oynardık. Gece yarısına kadar oyunlara doymazdık. Yıldızları sayardık çimlere uzanıp. Gökyüzü yıldız şenliğine dönerdi her gece. Ergenlik yaşımıza geldiğimizde ise bir an önce büyümek isterdik. Ne güzel hayallerimiz vardı geleceğe dönük. Bazen diyorum ki keşke hep çocuk kalsaydık, kirletilmiş bu dünyadan bir haber o tertemiz duygularla oyunlar oynamaya devam etseydik. Maalesef dünyanın kanunu bu, doğar, büyür ve ölürsün.

Çocukluğumuzda anne ve babalarımız henüz çok gençlerdi. Enerjik dolu ve akşama kadar bir koşuşturmaca içerisinde işlerini hal ederlerdi. Bizleri asla ihmal etmezlerdi. Özellikle eğitimimize çok önem verirlerdi. Saygı, sevgi, hoşgörü, adaletli olmayı ve paylaşmayı mükemmel bir şekilde aşıladılar. Şimdi ise yetmişlere dayandı yaşları. Saçları grileşti ve sağlık sorunları yaşamaya başladı birçok anne ve babamızın. Birçoğumuzun anne veya babaları hayata değil artık. Nasıl olur da bu kadar hızlı büyüdük. Oysaki bu hayat bitmeyecekti çocukken. Okula ilk gittiğimiz günü hatırlıyorum. Yeni okuma yazma öğrenmenin sevincini yaşıyorduk. Her kar yağdığında ise okulların tatil olması için dua ederdik. Kardan adam ve kızak kaymak için. Ne kadar da hızlı ilerlemiş hayat, bir de baktık ki lisedeyiz ve genç birer birey olmuşuz. Ve ardından üniversite hayatı başlamıştı birçoğu için. Geleceğin şekilleneceği kişilik ve fikirlerinin tam oturduğu bir döneme adım atılmıştı. Ardından iş hayatı ve sonra da bir bakmışsın ki evlenmişsin. İki kişilik bir aile ve sonradan çoluk çocuk derken, hayat bayağı bir akmış gitmiş... Zaman ne kadar da hızlı erimiş. Saçlarımız ağarmaya başlamış ve yaşlandık deyiveriyoruz. Yani çocukluğumuzdaki anne ve babamızın yaşına gelmişiz.

Ölümü hatırlayarak yaşamak

Artık kırklı yaşların ortasına geldik. Otuz veya en fazla kırk sene sonra biz de bu hayattan kopup gideceğiz. Erken gidenler de oldu elbette. Topraktan yaratıldık ve toprağa karışacağız. Yani bu dünyada tek bırakacağın miras, insanlar ve doğa üzerinde bıraktığın olumlu izlerdir. Dilin, dinin, ırkın ve mezhebin ne olursa olun, dünyanın neresinde yaşarsan yaşa hepimizin ortak bir gerçeği vardır. Ölüm… Ne yaparsan yap ölüm gerçeğinden asla kaçamazsın. Henüz on yedi yaşındaydım. Bir gün otobüsle İstanbul Levent’e gidiyordum. Birinci Leventte varmadan yolun karşı tarafında Zincirlikuyu mezarlığı var. Etrafı seyrederken Zincirlikuyu mezarlığının girişindeki yazı gözüme ilişti. Koskoca harflerle şöyle yazıyordu. HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR.

Keşke her zaman ölüm gerçeğini düşünerek hayatımızı idame edebilsek… Rekabet, daha fazla mal varlığı, düşmanlıklar ve çok para kazanma hırsı yüzünden birçok şeyi unutan insanlar. Saygı, sevgi ve güvenin neredeyse yok olduğu bir dünyada yaşamak. Ne kadar incitici ve korkunç… Her gün hatırlamak gerekiyor ölümü ve ona göre yaşamalı insan. Belki de dünya daha temiz kalırdı ve en azından gelecek kuşakların kaygısı olmazdı. Kimbilir…

Yazarın Diğer Yazıları